Bodybuilding olimpiyat müsabakalarına dahil edilmeli mi sizce? Böyle sorularla cebelleşmeye bayılırım. Zihni ataletten kurtaran faydalı egzersizler bunlar. Olimpiyat komitesi 70’li yıllardan beri bu soruyu tartışıyor ve bodybuilding’i olimpik müsabakalardan biri olarak görmeye yanaşmıyor. Breakdance’in bile kabul edildiği yere bodybuilding’in alınmaması tutarsızlık gibi duruyor değil mi? Komitenin gerekçeleri çok makul değil bence. Vücut geliştirmede steroid vs. gibi ilaçların aşırı kullanımı komitenin ilkeleriyle bağdaşmıyormuş. E denetlersin, ilaç kullananları müsabakadan men edersin. Kolay iş. Değerlendirme kriterleri çok muğlakmış. Makul bir gerekçe çünkü her ne kadar günümüzde değerlendirme kriterleri daha berrak hale getirilse de bunlar yıllar içerisinde çokça değişiklik gösteriyor. Fazlaca subjektif yani. Peki breakdance? Bundaki kriterler çok mu objektifti de 2024 olimpiyatlarına dahil ettiler? Her iki tarafın argümanlarını da dikkatle okudum, tarttım. Bence bodybuilding, olimpiyat müsabakalarına dahil edilmemeli fakat benim gerekçem başka. Buz hokeyinden güreşe, binicilikten artistik cimnastiğe kadar her dalda, kazananı yarışma gününki performans belirler. Oysa bodybuilding’te durum böyle değildir. Yarışmacı, eylemlerinin sonuçlarını sergilemek için oradadır. Podyuma çıkar ve poz verir. Resim, heykel veya kitap gibi bitmiş, tamamlanmış bir şeyi sunar yani. Ürün, sahibinden ayrılmıştır. İşte bu da benim gerekçem.
Bodybuilding meselesine biraz ısındık. Şimdi azıcık daha eşeleyelim. Çok yükseğe zıplayabilen, anormal hızlı koşan, devasa ağırlıkları kaldırabilen insanlar bizde saygı ve hayranlıkla karışık bir şaşkınlık uyandırır. Günümüz Türkçe’sinde bu duyguyu tam olarak karşılayan bir kelime gelmiyor aklıma. Eski dilde tahayyür denirdi. İngilizce’deki karşılığı da astonishment olmalı. Aşağıdaki fotoğrafa baktığınızda hissettikleriniz tarif ettiğim duyguya benziyor mu?
Benzemiyor değil mi? Ürkütücü bir şaşkınlık olsa gerek duyduğunuz. Buna da istiğrab deniyor eski dilde. “Garip bulmak”. Bu görüntüye imrenerek bakan pek az kişi vardır. Çoğunluğun garip bulacağına eminim. Hatta “garip” sözcüğü fazla yumuşak kalıyor olabilir. Ucube de çok sert. Ortasını bulamadım.
Soldaki dünyanın en uzun tırnaklı erkeği, ortadaki en fazla piercing’i olan insanı, sağdaki de gözlerini en çok belertebileni. Tırnaklarını uzatan adam vücut geliştirme ile uğraşan birine göre daha mı az fedakarlıkta bulunmuştur? Daha mı az çaba harcamıştır? Hiç sanmıyorum. Peki iki fotoğrafın da bizde benzer nahoş duyguları uyandırmasının sebebi ne olabilir? Verimsiz fazlalık! Adı üstünde; kas yığını. Yığın ile birikim arasındaki nüansı fark ettiniz değil mi? Yığın kısırdır, kurtulunması gereken bir ekstra bagajdır oysa birikim rafine, damıtılımış bir fazlalıktır. Davulcuların albümleri ne yazık ki çoğu zaman bodybuilding’den farksız oluyor. Bunun en aleni numunesi Dave Weckl albümleridir. Keşfetme zevki vermeyen, dinleyiciyi içine almayan, onu müştereklikten mahrum bırakıp müşahidliği layık gören, tatsız tuzsuz bir panayır eğlencesi. İşin garibi onun sideman olduğu albümler de böyledir. Volkan Öktem’in albümüyle ilgili kanaatimi paylaşmadan önce şunu teslim edeyim: Volkan Öktem kas yığınından ibaret bir davul makinası değil. Dahil olduğu her işe kendi üslubundan bir parça katarak güzelleştiren, emsali zor bulunur bir eşlikçidir. Üstelik müziğin her kulvarında söz söyleyebilecek kadar dağarcığı geniş bir müzisyendir. Repertuarı bu denli geniş ve renkli olan çok çok az müzisyen bulabilirsiniz. Ve “dünya çapında” diyebileceğimiz tek Türk davulcudur. Gelelim albüme. Çok kısa tutacağım. Heyula gibi kaslı bir adamın nazenin, zarif bir tavır takınma çabasına benziyor. Özlü melodilerden ve taze fikirlerden yoksun, kendinizi evinizde hissedeceğiniz limanların olmadığı, duldasız, sentetik bir müzik. Hiçbir şey için ilham vermiyor, dürtmüyor. Öyle ki bende uyandırdığı tek çağrışım bodybuilding oldu. Üzgünüm Volkan, bizimle deyılsın.