Ben çok küçüktüm, sokaktan tef sesi ve kalabalığın uğultusu geliyordu. Koştum sokağa, baktım ki ayı oynatıyorlar. Ayının acayip cüssesini ve tef çalan adamın söylediği ürkütücü şarkıyı unutamam. Bu benim hiç duymadığım, tuhaf ve sürekli tekrarlayan bir ezgiydi. Aklım ermeye başlayınca da peşine düştüm. Çingenelere mahsus bir şeydi ayı oynatmak. Sözlükte kimileri işi Kıptiler’e yıkmış ama parantez içinde Çingene demiş. Burada çok ilginç bir şey var. Yazar acaba bunu nereden duymuş? Biliyorsunuz Kıptiler Mısır'ın öz halkıdır. Çingenelikle de hiçbir alakaları yoktur. Fakat hakikaten de bizim memlekette Çingenelere Kıpti dendiğini çok duydum. Kıptiler de Çingeneler gibi göçebeler. Herhalde bir karışıklık sonucu Çingenelere Kıpti dendi. Karışıklığın kaynağı muhtemelen Türkiye değil. İngilizce'de de gypsy deniyor biliyorsunuz. Egyptian sözcüğünden evrilmiş. İlginç bulduğum kısım bu karışıklık değil tabii. İlginç kısma geleceğim. Çingeneler bilindiği gibi Hindistan kökenli bir halk. 14.yy sonrasında en yoğun yaşadıkları bölgeler Anadolu, Balkanlar ve Karpatlar. Bilhassa Romanya tabii. Romanya garip bir memleket. Müzisyenin Kabesi. Bunun bir sürü sebebi var. Batı ile doğu arasındaki geçittir bir kere. 19. yüzyılın ortalarına kadar da öyleydi. Yöneticileri uzun süre Osmanlı devleti atadı. Vergiyi de Osmanlı topladı. Haliyle yönetici kesim -ya da elitler diyelim- öyle ya da böyle Türk diline, müziğine, kültürüne aşina yetiştiler. E bir taraftan da yanı başında Cermenler var. Bambaşka bir müzik, bambaşka bir dil vs. İçeride de etnik olarak son derece karmaşık bir halk var. Bu halklardan biri de Çingeneler tabii. Ve Çingeneler Romanya'da iki farklı isimle anılırlar: Nomazi ve Vatraşi. Nomazi'yi tahmin ettiniz muhtemelen; nomad, göçebe. Vatraşiler de yerleşik Çingeneler. Bu ayrımın miladı 19.yy başıdır. Vatraşiler bir toprak ağasına, lorda, vassala ya da artık ne varsa ona bağlı serfler veya köleler. Bunların kültürü, dili, müziği de ayrı nomazilerden. Mesela vatraşiler Romence konuşurken nomaziler Çingenece konuşuyor. Müzikleri de farklı tabii. İlginç olan Romanya'da yaşayan iki Çingene grup arasında böyle bir farklılık varken, Macaristan, Romanya veya Türkiye'de yaşayan göçebe Çingeneler arasında şaşırtıcı benzerlikler vardır. Müzik konusunda ise benzerlikten çok birlikten söz etmek gerek. şimdi en başta "çok ilginç" dediğim bir şey vardı. Şimdi onu izah etmenin sırası.
Kıpti için kimileri "Müslüman Çingene" veya "şehirli Çingene" demiş. Demek ki bir şekilde bizde de çingeneleri iki sınıfta değerlendirme eğilimi var. Hatta şaşırtıcı bir benzerlik Yörük/Türkmen ayrımında da var. Ve hatta Alevi/Bektaşi ayrımında bile var. Herkes Alevi ve Bektaşi'nin farklı şeyler olduğunu söylüyor ya da bu farkı biliyor gibi yapıyor ama google açmadan bana farkını söyleyebilecek kaç kişi var merak ediyorum. Pratikte fark şudur aslında; Bektaşi Alevi'nin şehirde oturanı, asimile olmaya teşne olanı, devlet eliyle bileği bükülenidir. Tabii ki bu kadar basit değil. Mesela Bektaşilik aslında bir mezhep değil tarikattı. Bu yüzden Alevilik ile eş değildi. “Bektaşi meşrepli Sünniler” vardı. Kısa, öz, pratik ve güncel farkı yazdım sade. Şimdi bir ayrım daha var ve asıl ilginç olanı ve az duyulanı bu: cingan ve çingene. Cingan için herkes "Orta Anadolu'dan Çingenelere verilen isim" falan demiş ama iş pratikte hiç öyle değil. Çankırı, Kırşehir civarını bilenler beni daha iyi anlayacaktır. Neşet Ertaş'a cingan derlerdi mesela. Hatta tüm Çankırı'ya cingan derler. Çankırılının lakabı ya cingandır ya elekçi. Çok mu Çingene var Çankırı'da? Yoo. 19.yy da vilayet vilayet Çingene nüfusu kaydedilmiş. Tüm Çankırı'da 254 erkek Çingene var imiş. Bolu'da bile 670 var. Demek ki cingan dedikleri şey Çingene'den farklı bir şey. Kim Çingene kim değil ya da kime ne diyelim karışıklığı benzer yıllarda bizim memlekette de var belli ki. Elekçi, cingan veya abdal dedikleri de göçebe ve müzikle epey içli dışlı bir halk (nomaziler gibi). Öyle anlaşılıyor. Şimdi Romence'deki terimlere tekrar döneceğim. Çingeneler sadece vatraşi ve nomazi diye tasnif edilmemişler. Kalderaşi (demirci ustası - bizdeki karşılığı kalaycı, bileyci vs.), florari (çiçekçi), lautari (çalgıcı) ve en ilginci de ursari yani ayı oynatıcılar. Çalgıcılar hariç hepsi göçebe bunların. Çalgıcılar ise hem göçebelerden hem de yerleşiklerden çıkıyor. Yerleşik olan çalgıcılar Türk müziği çalıyorlar. Ya da şöyle diyelim; Türk müziği etkisinde kalmış bir müziği seslendiriyorlar. Sebebi belli; Romanya'da uzun süren Osmanlı hakimiyeti. İdareciler Osmanlı olunca hakim kültür de Osmanlı'nın kültürü oluyor. Mesela o dönemin Romanya'sında tabulhane ve mehteran var. Demek ki sadece müziğin kendisini değil, biçimini de almışlar. Zurna, tef, zil, asma davul falan aynı dönem girmiş Çingenelerin hayatına. Bunlar tabulhane ve mehteran çalgıları. Hatta cantece batraneşti denen son derece hoş şarkıları vardır ve tavır, tercih edilen sazlar, şarkıların konusu bilhassa da kullanılan makamları düşünürsek bu türün Türk müziğinden devşirme bir tür olduğunu görürüz. Bence bunun en sarih kanıtı pek çok cantece batraneşti'nin taksim ile açılması. Nicolae Filimon diye bir müzikolog var, Romen. Sade müzikolog değil, öykü yazarı falan. Romen çalgıcıların keman ve kobza tellerine rast (sol), neva (re), saba (la) diye isim verdiklerini yazmış. Bunu yazdığında yıl 1862. Bu da az evvelki iddiayı temellendiriyor. Bir-iki örnek de ben vereyim; bakınız Ilie Udila çalıyor, meşhur bir Çingene şarkısı: Hora de dimineata.
Cayır cayır hicaz. Hadi hicaz çok biliniyor. Peki buna ne demeli?
Sazkar makamı! Bir de şu var:
Dügah giriyor, saba devam ediyor. Çeyrek sesler yok tabii. Harika bir sentez bu arada. Nefis. Tamam. Çalgıcı bahsi burada bitsin. Ayı oynatanlara gelelim artık.
Ursari diye yazdım yukarıda. Ayı oynatıcılara Romencede verilen isim. Bazıları maymun oynatıyor. Bulgarlar bunlara maymunari diyorlarmış. Erkekler ayı veya maymun terbiye ederken kadınlar da fal bakıyor. Ayı oynatıcılardan evvel çalgıcılardan bahsetmemin sebebi şu; bu çalgıcıların yerleşik olanları Türk müziği ve batı müziğinin karışımı, enteresan bir müzik çıkarmışlar ortaya. Göçebelerin yaptığı müziği daha az tanıyoruz çünkü bunlar uçucu şeyler. Ve biliniyor ki ayı oynatıcılar aynı zamanda çalgıcılık da yapıyorlar. Şunu da söylemek gerek; bu insanlar Romanya'daki kast sisteminde de en aşağıdalar. Matei Basarab diye bir voyvoda vardır. 17. yüzyılda yaşamış. Bunun yazdığı yasalar falan var. Pravilas deniyor. Neyse bir madde var:
"Nici alatutariul carele zice cu vioare şi alaute pre le tîrguri şi pre la sbouri şi pre la nunte, nu poate sa ia fata de om bun sau de boiariu, ca unii ca aceia sînt botjocura de dumnezeu şi oamenilor"
Yani diyor ki:
"Soylu ve iyi adamlarımızın, kemanıyla avarelik eden çalgıcı takımına verecek kızı yok".
Bu sade Romanya'da böyle değil tabii. Yazılı kanun olmasa da bizim memlekette de durum aynı. Bu insanlar kendi alemlerine terk edilmiş, mutlak fakrü zaruret ve sefalet içinde parya gibi yaşamışlardır. Meşrutiyet devrinde bile nüfus kütüğüne kaydedilmemişler, kafa kağıdı alamamışlardır. Tabii burada bahsettiğim oba Çingeneleri. Bizde öyle deniyor. Yerleşik olanları devletçe benimsenmişti. Oba Çingenelerinin nüfusa kaydı ilk kez 1923'de yapılmış. O zamanki Akbaba dergisinde bununla ilgili bir karikatür var.
Oba Çingenesinin karikatürleştirilmiş halini görüyor musunuz? Ayı oynatan bir adam. Altında da "yürü koca oğlan, biz de nüfusa kaydolunacağız" yazıyor. Ayıcılar ve çalgıcılarla ilgili pek az çalışılmış. Bu insanları da pek az kişi tanıyabilmiş. Osman Cemal Kaygılı'nın bir romanı var mesela: Çingeneler. Can yayınları günümüz Türkçesi ile basmış galiba. Edebi yanı bu yazının konusu değil. Bizim konumuz romandaki Çingene tasvirleri. Öyle anlaşılıyor ki muharrir bu romanı yazabilmek için epey gözlem yapmış ve çingeneler ile içli dışlı olmuş. Bu yüzden anlattıkları kıymetli. Ben romandan bir parçayı nakledeyim:
"Vakit iş zamanı olduğu için bunların bir takımı dişili, erkekli harman sürüyor, birtakımı çamaşır sepeti örüyor, birtakımı küçük ayı yavrularını oyuna alıştırıyor, birtakım kadınlar da çadırlardan biraz ötede akan ince bir suyun başında çamaşır yıkıyorlardı [...] Burası büsbütün başka bir alem idi. ben ömrümde bu kadar çok çingene çadırını ve bu kadar çingene kalabalığını bir arada görmemiştim [...] Artık gece olgunlaşmış, önümüzdeki Ethem'in getirdiği koskoca kalaylı bakır tepsiye benziyen ay tepemize yaklaşmıştı. Ethem birden çadırlara doğdu fırladı.
-Nereye Ethem?
-Sırasıdır tam... Getireyim bizim koca oğlanı da bir azıcık ta böyle eğlenelim.
Ve biraz sonra Ethem, yedeğinde başka başka bir yerden emanet almış olduğu ayı, kolunda tulum ve yanında eli defli bir delikanlı ile yanımıza geldi [...] Ethem, son bir öksürükten sonra koltuğundaki sopayla ayının sırtını okşıyarak tulumla şu şarkıyı tutturdu:
Felek bana neler etti
Bu gençliğim elden gitti
Bu iftirak cana yetti
Bende takat makat bitti"
Bu kadar kafi. Osman Cemal'in yazdıkları ayıcı takımının aynı zamanda çalgıcı ve göçebe olduğunu tasdik ediyor. Ayı oynatırken de yalnız tef değil tulum da çalındığını öğrenmiş olduk. Osman Cemal'in tulum dediği şey Doğu Karadeniz'de çalınan tulum değil. Yani tabii benziyor ama bu başkaca bir şey. Çimpoi diyor Romenler. Aslında bizde de var bu.
Ama tamamen unutulmuş: Cimon. Ben bunu eskici tezgahında görmüştüm. İstanbul'da hem de. "Bu ne abi" dedim "Afrika çalgısı apla" dedi. Bizdeki versiyon tulum kısmından kurtulmuş, boynuza eklemlenmiş bir sipsiye benzer. Yukarıda fotoğrafını koydum. Merak eden bakar. Neyse ayıcıların şarkılarına dönelim. Evliya Çelebi de bahsetmiş bunlardan. Pirsiz Kıpti olarak tanımlamış esnafı ayıciyanı. Ayı oynatırken söyledikleri şarkı da şu imiş o zamanlar:
"Seni dağdan tuttular
Ayı diye oynattılar
Bağçede dolab döner
Sen de dön görsünler"
Artık bu şarkıların melodisini de duyma zamanı geldi. Vasile Alecsandri diye bir yazar var, Romen. Istoria unui galben (sarışının hikayesi diye tercüme edeyim) öyküsü meşhurdur. Ayı oynatıcıları bu öyküde de var. alecsandri demiş ki "bu ayı oynatıcılar elde tef, dilde kaval doina söylerler". Bu çok kıymetli bir bilgi. Doina bir formdur. Öyküde anlatılana yakın olan bir doina'yı paylaşayım:
Fark ettiğiniz üzere bu bir ninni. sözlerinden de belli: "Güle güle kumrum, minik kuşum. Güle güle civcivim, uyu uyu vs. vs." Başka bir doina da şu:
İsmine bakar mısınız: Doina ciobanului. Çoban doina'sı. Fark etmişsinizdir, tek sesli ve uzun havayı andırır bir hali var doina'nın. Bir de tanana var. Ondan da tarihçi George Potra bahsediyor. "Ayı oynatıcılar kalabalığı tanana dansı ile coştururlar" diyor. Bu tanana dansı ve müziğinin ne olduğunu bilmiyorum ve hiç bir yerde bulamadım. İhtimal ki yazar tanana ile tarana'yı karıştırıyor. Taran Romence'de köylü anlamına gelir. Tarana veya tarani dedikleri bir oyun var. Bizdeki pavyon müziğine benziyor. Bir ihtimal de terennüm'den geliyordur. Terenüm --) terane --) tarana vs. Fakat dediğim gibi hiçbir yerde bulamadım.