Sevgili anneciğimin bir lafı var: “Kıçını küçük taşla silme, elin bok olur”. Ben onun gibi çelebi olamadım. Bu yazı da hamlığımın mahsulü olsun.
Belen hakkında daha önceden yazmıştım. Hülya Avşar’ın GSF görmüş hali. İkisi de güçlerini, imtiyazlarını, kimliklerini onlara bahşedilmiş olan güzellik üzerine imar etmişler. Kılıçdaroğlu 7-8 sene evvel yine Hülya Avşar’a çatmış, “yalakadan sanatçı olmaz” kabilinden bir şeyler söylemişti de kadın kendisini “31 yıllık sanat hayatımdan şüphem yok” diye savunmuştu. Yani ‘sanat hayatının’ miladı olarak 1983’ü işaret ediyor. Güzellik yarışmasında birinci seçildiği yıl. 50 küsur filmde oynadı, 9 tane albüm yayınladı, sunuculuk yaptı, jüri oldu… Tüm bunları işlenmemiş, ham güzelliğine borçlu. Bakınız saf veya lekesiz demiyorum; ham, işlenmemiş. Zahmetsizce, kendiliğinden, olduğu haliyle güzel. Her güzellik böyle değildir. Mesela Lou Andreas-Salomé. Kendi güzelliğini inşa etmiş bir kadın. Yüzüne bakınca anlıyorsun insan yüzünün bir özne olduğunu. Hülya Avşar veya Belen’e bakınca özne değil nesne görüyorsun. Öyle cılız, cansız ve kimlikten yoksun bir özne ki yüzünde bile okuyamıyorsun. Kimlik onda varlığının cevheri değil de bir ek sanki. Güzelliğine iliştirilmiş bir ek. Kendini beğenmişliği bile yakıcı değil. Bir zamanlar Luciana Avedon vardı. Prenses Pignatelli diye bilinir. İlginç bir tipti. Şöyle bir demecine rastladım:
“Her yüzyılda birkaç defa büyük bir doğal güzellik doğar. Ben onlardan biri değilim. Ama ben, doğanın eksik bıraktığını tamamladım - o kadar ki, zaman zaman neyin gerçek neyin yapay olduğunu bile hatırlayamıyorum.”
Eksik olan güzelliğini “tamamlamış”. Yamalı bir güzellik. İlginç bulduğum kısım Prenses’in oyunculuk, şarkıcılık, akıl hocalığı falan gibi işlere hiç bulaşmayıp, kendini mücevherata, kozmetiğe, güzellik sanayisine adaması. Kitap falan da yazdı ama onlar bile güzellikle ilgili; The Beautiful People's Beauty Book, The Beautiful People's Diet Book vs… İhtiyacı olan parayı da zengin sevgililerden ve eşlerden temin etti. Sonra? Yaşlandı. Zengin sevgili bulamaz oldu. Para iyice suyunu çekti çünkü ne kitapları okunuyordu, ne tasarladığı mücevherler beğeniliyordu ne de kozmetik ürünleri satılıyordu. Avucuna osurup elini kokladığı yıllar gelmişti. Uyku hapıyla intihar etti. Ardında bıraktığı notta “yaşlı ve parasız olmaya dayanamam” yazıyordu. Bu kadın için güzellik uğrunda cenk ettiği bir ülkü. Yaşadığı hayattan belli. Belen öyle de değil. Başkalarının ona meftun oluşuna razı gelmiş, onların biadlarını açgözlülükle, oburca tıkınan, içgörüsüz, şımarık bir züppe. “Fatmagülün Yengesi mahlaslı ucube”…
Ucube: Şaşılacak denli çirkin olan, çok acayip şey.
TDK öyle demiş. Ölçüsü, kıstası, dağarcığı güzellikle sınırlı. Kendi güzelliğiyle sınırlı. Ucu bucağı belli olan, tezgaha konabilen, bayatlayabilen, dar ufuklu bir nesne bu güzellik. Kavram değil. Belen’in güzellikle, güzellik kavramıyla bir bağı yok. O, kendi güzelliğiyle meşgul. Onu newsletterima abone yapmışım. Daha evvel Ekşi’ye de yazmışım. Garip garip hesaplar açıyor, peşini bırakmıyorum belli ki. Benim bildiğim kadarıyla iki tane hesabım var; biri Ekşi Sözlük’te öteki de aha buradaki. İkisinde de aynı şeyleri yazıyorum zaten. Yazdıklarımı muhataplarına iletmeyi münasip buldum. Yazılarımı değersiz bulabilirler, ilgilerini çekmeyebilir, rahatsız olabilirler… Abonelikten çıkarlar olur, biter. Fakat yargılarımı çürük çarık bulan ve yazdıklarımdan rahatsız olan birisi niçin tüm yazılarımı döne döne defalarca okur anlayamıyorum.
Abla çok takılıyorsun bunlara, boşver elin kızını ya. Müzikolojiye boğ bizi.