MSGSÜ Resim bölümü mezunu illüstratör, ressam, dövme "sanatçısı". İsmini buraya taşımaktan ve anlatmak istediklerimi onun üzerinden anlatmaktan rahatsızım aslında. Fakat üzerine konuşmak istediğim tiplemenin kanlı canlı bir örneği varken faraza konuşmak istemedim. Önce biraz Ezgi'den bahsedeceğim. Siz bu yazdıklarımı Ezgi'nin tasviri gibi değil adına "Ezgi" dediğimiz bir tiplemenin tasviri gibi okuyun. Çünkü konu gerçekten Ezgi değil.
Mimar bir anne babanın çocuğu. Görece eğitimli bir ailede yetişmiş yani. Kadıköy'de büyümüş ve hâlâ orada yaşıyor. Küçük yaştan itibaren de yatırımını sanat üzerine yapmış. Dinle diyanetle işi, ilişiği yok bir kere. "Dindar değil" demiyorum. Değildir, o ayrı. Mesela Sevan Nişanyan mülhid olduğunu sakınmadan ilan eden biri ancak dinle alakası var. Ezgi ise din ve diyanetle ilintili şeylerden bile kendini uzak tutmaya çabalar. AKP'ye oy veren tek arkadaşı yoktur muhtemelen. Telefon rehberindeki isimler içerisinde türban takanların oranı %5'in altındadır. vs. vs. Toplumsal, siyasal, politik çekişmelerde taraf olabilir ancak hiçbir fikrin amigosu değildir. Hatta çoğu zaman fikrini beyan etmez. Korktuğundan değil faydasız bulduğundan ya da paşa gönlü öyle istediğinden. İngilizcesi vasatken (şimdi iyi) dahi iletilerini İngilizce metinlerle paylaşırdı. Hitap ettiği kitle öyle heterojen falan değildi tabii. Yani şimdi arkadaşlarının, takipçilerinin %20'si Türkçe bilmiyordur, sen de İngilizce yazarsın eyvallah. Yok, öyle de değil. Analog makinayla fotoğraflar çekiyor, lo-fi'ye meraklı, dövmesiz veya piercingsiz arkadaşı yok, veganlara saygı duyuyor ama "et yemeden yapamam abi" diyor falan filan. Fanatikçe düşüncelerden, tutkulu ideallerden, ihtiraslı arzulardan ve yakıcı nefretten uzak bir tip. Herhangi bir şeye karşı adanmışlığı yok. Ama mesela bir insan vegansa, Fethullah Gülen'in müridiyse, kendisini tanımlarken kullandığı ilk kelime feminist ise, taksimde WWF için bağışçı arıyorsa vesaire vesaire... Bu insanların kendileriyle, başkalarıyla ve fikirlerle kurdukları ilişkiler de başkadır. Daha tutkuludur diyelim hadi. Bazı şeyleri benliğinin simgesine dönüştürmeye meyillidirler. Kendilerini tanımlarken ne olduklarını anlatırlar. Ezgi gibilerse ne olmadıklarını anlatarak tanımlarlar kendilerini. Mesela Haziran Düzkan'ın "ne olduğunu" onu tanıyan herkes bilir. Vurguyu buraya yapar. Buna karşın Kaan Tangöze daha çok "ne olmadığına" atıf yapar. Ne olmadığın üzerinden kendini tanımlamak sana oynayacak geniş bir alan bırakır aslında. Ezgi, Birce Kirkova, Hazal Günal, Aylin Güngör falan filanı aynı yerde buluşturan şey çıktıkları kabuğu beğenmemeleri. Neyi beğenip beğenmeyeceklerini bana soracak değiller tabii. Derdim de bu değil. Anlatmak istediğim şey şu; sanki bu kabuk dışındaki her kabuğa "okeyler". Belarus'un kabuğu olur, Myanmar'ın kabuğu olur, fark etmez. Yeter ki "gayrimüslim" olsun. Bu ikrahın çok haklı sebepleri olduğunu düşünüyorum. Günde beş vakit bağıra bağıra kendi varlığını dayatmaya çalışan, mütecaviz, kibirli, görgüsüz bir yapı karşısında tiksinti duymamak zor. Onun temas ettiği, bulaştığı her şeyden sakınmaya çalışmayı anlıyorum. Hakikaten anlıyorum. Fakat iğrenmenin, korkunun her türlüsü fakirliktir, eksikliktir. Ne bileyim böcekten iğreniyorsan fakirsindir, yalnız kalmaktan korkuyorsan eksiksindir. İllaki herkesin korktuğu, iğrendiği bir şey vardır ama ne kadar az korkuyor, iğreniyorsan o kadar zenginsindir. Koca bir kültüre ve dine sırt dönerek, onu tümüyle yok sayarak fakirleşiyorlar. Din her zaman taassup değildir. Din bir müktesebat, bir kültürdür. Dinle ilgilenmek için dindar olmaya, tanrıya inanmaya gerek yoktur. Biliyorsunuz Güneydoğu'da kadınlar dövme yaparlar kollarına, yüzlerine falan. "Deq" deniyor. 1970 sonrasında Batılılar dövme yapmaya başladılar. Biz de onlardan öğrenip sevdik. Yoksa Ezgiler asla dövme falan yaptırmazlardı. Bu duruma bir örnek daha vereceğim: Altın gün. Kim derdi ki Cihangir'de Kadıköy'de Halkalı şeker çalacak. Batılı bir ambalajı olmasaydı yine çalınmazdı.
Bunca şeyi bana çağrıştıran neydi onu da yazayım. Ezgi bir adamla evlendi. Adamın adı Anthony. Anthony Johansson. Ezgi evlendikten sonra facebook, tik tok, sik sok falan hesaplarındaki ismini Ezgi Beyazıt'tan Ezgi Johansson'a çevirdi. "Ahmet Yılmazsoy" diye biriyle evlense "Ezgi Yılmazsoy" yapar mıydı sizce soyadını? Tabii ki yapmazdı. Ramazan'ın kendine Rammyroo demesi gibi veya Mustafa Tunç'un kendine "Mu Tunç" demesi gibi. Neyse bu Anthony Enişte müzikle "ilgileniyor". Ezgi de herkes kadar dinler müzik. Özel bir beğenisi olduğunu hatırlamıyorum. Türkçe olmasın da ne olursa olsun. Hele türkü falan acayip alerji yapardı. Baktım enişte bir video koymuş; o da nesi? Cura çalıyor. Lütfen videodaki müziğe kulak verin. Curayı olabildiğince kimliksizleştirmiş, cura dışında her şeye benzeyen bir şeye dönüştürmüş. Sazı kendi kültürel, tarihsel yahut müzikal bağlamında görmek için hiçbir çaba sarf etmemiş. Sazı bağlamından söküp almış hayvan. Aylardır burada yaşayıp hâlâ turist olarak kalmış. Hadi Ezgi'nin iyi kötü bir bahanesi var ama bunun bir bahanesi de yok. Dünyanın en şanslı zümresine ait bir adamın turist kalmak için bahanesi olamaz. Fakat kaderin bir cilvesi olarak Anthony isimli bu turist, Ezgi'yi hayatı boyunca sakındığı şeyle burun buruna getirmiş. Yarın yemek blogu açıp kremalı tarhana da yapar. Ya Ezgicim, işte böyle. Bazen kaçış olsa da kurtuluş olmuyor.