Birkaç hafta önce Ali Perret, Meriç Demirkol ve Şenol Küçükyıldırım bir albüm çıkardılar; Faschismus. Youtube'a da yüklemişler. En fazla dinlenen şarkıları 28 kez dinlenmiş. Spotify'da aylık dinleyici sayıları 93. Kim bu müzisyenler peki? İkisi Berklee'de okumuş, biri de (Meriç) Hacettepe'de. Meriç Demirkol obua eğitimi almış. Öyle pek rağbet gören bir saz değil. Sonra da saksofon, flüt falan çalmaya başlamış. Yani hem Klasik Batı Müziği bilir hem de caz. Ali Perret de öyle. Adam İlhan Usmanbaş ile çalışmış. Bu adamlar meraklarında, tutkularında, işlerinde ciddi adamlar. Öyle anlaşılıyor. Ülkemizdeki müzik cemiyetinde bu kalibredeki insan sayısı 100'ü geçmez. 100 çok iyimser bir rakam ama yuvarlak olsun diye öyle dedim. Yahu koskoca ülkede bu kadar kişi mi teveccüh etti şimdi bu albüme? Instagram'daki takipçilerinin beşte biri bile etmiyor bu rakam. Ders verdikleri öğrencilerin sayısı bile 1000'i bulmuştur. Olacak iş değil bu. Nasıl dinlemezler anlayamıyorum. Şenol albüm kapağını paylaşmış Instagram'dan. Alttaki yorumlar; "tebrikler", "dinlemek için sabırsızlanıyorum", "covid'i bitirecek albüm", "müthiş haber", alev emojisi...
Falan
Cazkolik'te, Jazz Dergisi'nde falan da kimseden ses yok. Bu albüm bok gibi bir albümdür belki, olabilir. Fakat bu adamları ciddiye almalısın. Dinlemen, anlaman ve bir yargıya varman lazım. Müzik eleştirmenleri, nitelikli dinleyiciler, müzisyenler... Bu albümden haberi olanlar, bu albüm üzerine bir-iki şey yazmalı, paylaşmalı, başkalarını haberdar etmeli. Saygıdır, hürmettir bu. Niye böyle olmuyor peki? Geçen bir yazı yazdım:
Sağ olsun okuyuculardan türlü türlü mesajlar geldi. Birisi şöyleydi:
“Banu Alkan'a alkış tutan eğlenen insanın keyfini benimkinden aşağı kılan şey ne? Belli değil. Opera kovalayan, klasik müzikten başka bir şeyle tatmin olmayan insanın keyfini benimkinden üstün kılan şey ne? O da belli değil.”
Bu sık dillendirilen bir argümandır. İlk etapta kulağa hoş geliyor. "Bir insanı diğerinden üstün kılan şey ne?" Mesela bu soruya ne cevap verirsiniz? Keşke karşılıklı oturup konuşsak, dinlesem. "Hiç kimse başka birinden üstün değildir" diye düşünen çıkar mı? Saloth Sar ile Kazım Zafir'i mukayese edip denk gören var mı aranızda? Neyse; bana göre kültürün, uygarlığın, medeniyetin temeli "hiyerarşi"dir. Eskiden böyle düşünmezdim, kafam karışıktı ama bir-iki senedir berrak. Hiyerarşi denen şey halefle selefin ilintisinin kurumsallaşmasıdır. Hiyerarşiyi tesis eden şey örgütlenme, sınırlar, sınıflardır. Hiyerarşide kast sisteminden farklı olarak sınıflar arasında geçirgenlik vardır ve hiyerarşi değerler silsilesi değil kıdem silsilesidir. Yani hiyerarşinin en tepesindeki en altındakinden daha değerli değildir, daha "önemli"dir. Banu Alkan ile Neveser Kökdeş'i denk görürsen, bu ikisi arasındaki sınırı bulanıklaştırırsan Neveser Kökdeş yerine Gaye Su Akyol'dan dinlerler Türk sanat müziğini. Klasikler bunun için vardır. Klasikleri okumamış, dinlememiş, tanımamış biri bu yüzden eksiktir. Sanatta bu yüzden "klasikler" diye bir kategori vardır. Bunlar hiyerarşinin tepesindedir. Bunları bellersin, yerini tayin edersin. Tekrar ediyorum; klasikleri beğenmeyebilirsiniz ama tanımalısınız. Nabokov'u bilirsiniz, Lolita'nın yazarı. Bayılırım ben bu herife. Son yüzyılın en büyük yazarlarından biri bana kalırsa. Ada ya da Arzu'yu muhakkak okuyun. Nefis bir şeydir. Bu adam aynı zamanda bir edebiyat uzmanı ve Dostoyevski'nin üçüncü sınıf bir yazar olduğunu söylüyor. Katılırsın, katılmazsın fark etmez; büyük bir yazar ustasının değersiz olduğunu iddia etmiş. Ama bunu söylemek için de ustasının tüm kitaplarını didik didik okumuş. Ya. Hiyerarşi bunun için önemlidir işte. İzlenmesi gereken yol budur. Faschismus'u dinleyen 100 (!) küsur kişi bunun altını çizmezse kendi ayaklarına sıkmış olurlar.
Evet, albümün adı Faschismus. Bir albüm yapmalarına şaşırdım. 100 kişi için bu kadar zahmete değer mi? Allah'tan benim gibi düşünmemişler de yapmışlar. Bir kez dinledim albümü. Sonra bir de gece yürüyüş yaparken kulaklıkla dinledim. Vay be, sonunda birisi adamakıllı bir doğaçlama albümü yaptı memlekette. Şahane. Yazdıklarımı okuyup albümü dinleyenler olacaktır. "Bu ne abla, bok gibi bu" falan diye de geçireceklerdik içlerinden. Peşinen söyleyeyim; "bir daha dinleyin ablacım". Ali Perret grubun geri kalanını köşeye sıkıştırmış. Hep köşeli çalıyor. Metronomun tik-tak'ı gibi, bam-bam-bam-bam diye armonileri diziyor. Cümle bu. Bu nasıl bir şey biliyor musun; böyle mayası gelmemiş, kupkuru bir hamur topağı gibi. Açamazsın bunu. Oklavayla oynar durursun. Böyle cümlelerin içine girmek çok zordur. En kolay yolu o ritme ayak uydurmaktır. Piyanonun köşeyi vurguladığı yerlerin altını sen de davulla, flütle çizersin. Falan. Oltaya gelmek olur bu. Hem Meriç hem de Şenol darmadağın ediyorlar cümleyi. Her köşesinden sündürüyorlar. Meriç Demirkol bence kendi potansiyelini yakalayamamış bu parçada fakat yine de iyi iş çıkarmış. Bu parçanın kralı Ali Perret. Şu soloya bakar mısınız? Köşeli çalımdan vazgeçmiyor. Tırmandıkça tırmanıyor. Şenol Küçükyıldırım'ın ne kadar iyi dinleyici olduğunu anlıyor musunuz? Tırmanışın en tatlı yerinde piyanoyu yalnız bırakıyor. Çalmadıklarınla iyi davulcu olursun. Bak bu lafı yazın bir yere. Hakikaten öyle. Bu işin piri de Brian Blade'tir.
Her seferinde "bu kez uzun yazmayacağım" diyorum ve yine kendimi lafı çok uzatmışken yakalıyorum. Bu albümü dinlemenizi ve başkalarını da dinlemeye teşvik etmenizi öneririm. Bir hafta sonra kontrol edeceğim Spotify ve Youtube rakamlarını.