Flüt klasik müzikte hemen hiçbir zaman çok popüler olmadı. Bunun sebebi enstrümanın fiziksel olarak görece kısıtlı olmasıdır muhtemelen. Sonra bir kuyumcu olan Theobald Boehm bu sazı şimdiki haline getirdi. 1847’den beri bu tasarım kullanılır. Devrim diye buna denir işte. (Wagner’in tubasına benzemez. Bayreuth azmanının sazı Pentrich Devrimi kadar devrimdir.) Boehm’in tasarımı sayesinde flütün ses hacmi arttı, entonasyonu sağlamak kolaylaştı. Başka faydaları da oldu da konumuz bu değil. Klasik müzik repertuarında solo flüt eseri azdı(r). R harfini niçin parantez içine aldığım yazının ilerisinde anlaşılır. İlk önemli solo flüt eserleri Telemann’ın 12 fantezisi, Bach’ın La minör partitası (BWV 1013) ve oğlu C.P.E. Bach’ın La minör sonatıdır (WQ 132). Stamitz’in Capricciosu, Tromlitz’in Partitası, Kuhlau’nun 12 varyasyonu falan da aynı dönem eserleridir fakat silik işlerdir. Bu saydıklarım içinde en önemlisi şüphesiz oğul Bach’ın eseridir. C.P.E. Bach’ın babasından aşağı kalır bir yanı yoktur kesinlikle. Hatta yer yer kulağı geçmiştir. Sonat formuna son halini vermiş, çerçevesini belirginleştirmiştir. Bunu alelade bir bilgi gibi okuyup geçmeyin. Önemlidir. Sonatın çok kaba tarifi “tem – gelişme – yeniden sunuştan oluşan form”dur. C.P.E. Bach seleflerinden farklı olarak temleri art arda dizmez, onları parçalara ayırır ve gelişim bölümünü o parçalardan kurar. Babasının yazdığı flüt sonatıyla oğulunkini kıyaslarsanız bunu fark edebilirsiniz.
Boehm’in devriminden sonraki ilk önemli yapıt Debussy’nin Syrinx’idir. C.P.E. Bach’ın eserinden sonra 150 sene boyunca kayda değer bir flüt eseri yoktur. Bu iki eseri kıyasladığınızda Boehm’in flüte nasıl bir karakter kattığını daha iyi anlarsınız. Sazı sadece yumuşak ve yuvarlak sesler verebilen mıymıntı halinden kurtarmıştır. Syrinx de bunun ilk resmi beyanı sayılır. Pianissimo ile mezzoforte arası giden bir dinamiği vardır ki bu Boehm öncesinde mümkün değildir. Debussy’den sonra da Varese’yi bilmek gerekir. Density 21.5, Syrinx’in ardılıdır. Varese de bunu böyle görür. Bu yüzden eserinin ilk temsilinden önce Syrinx’in çalınmasını teklif etmiştir. Bu yapıtı önemli kılan da yeni çalım tekniği arayışlarıdır. Key click tekniği ilk kez bu parçada kullanıldı. Matah bir yenilik değil belki ama haleflerini arayış yapmak konusunda yüreklendiren bir adım olarak değerlendirmek gerek. Berio’nun Seuquenza No 1’i bu yüreklendirmenin ürünüdür. Multifonik tekniğinin ilk kullanımıdır. İcrası çok zor bir eserdir. Müzikle bir şey ifade etmekten çok çalgının sınırlarını çizme gayreti gibidir.
Flüt hâlâ popüler sayılmasa da artık kabarık bir repertuarı olduğu kesin. Çalgının olanakları ve sınırları da iyice öğrenilmiş ve öğretilmiş oldu. Ve gariptir ‘modern dönem klasik müzik bestecilerinin alameti haline geldi. Bizim birinci ve ikinci kuşak bestecilerimiz (Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Ferit Alnar, Bülent Arel, Nevit Kodallı) flüt için hiç eser vermemişler. Ondes martenot için bile eser veren Cemal Reşit Rey flüte ilgisiz kalmış. Necil Kazım Akses’in flüt ve piyano için yazdığı 1 sonatı, İlhan Usmanbaş’ın solo flüt için yazdığı tek beste gibi istisnalar ise önemsiz işlerdir. Genç kuşak sayılan Mete Sakpınar, Can Aksel Akın (Op.4, Op.27), Babür Tongur, Betin Güneş (Op. 23, Op. 100) ise çalgı için değeri tartışılır ürünler vermişler. Solo flüt ve solo gitar besteleri modern besteciler için tehlikeli sulardır. Yüzyıllardır klasik müzikte ilgi görmemiş bu iki çalgı şimdi laboratuvar sahası gibi (yeni aday bas klarnet gibi duruyor). Hem esastan hem de üsluptan yoksun yüzlerce arayış taslağıyla doldu repertuar. Gitar müziği için Toru Takemitsu’nun parçalarını bunun örneğidir. Bir yayının sadece materyal metodunu okumuş gibi olacaksınız. Amaç, giriş, tartışma, sonuç hiçbir şey yok. Bir de bayağılığı yalınlık diye satmaya çalışanlar var. Flüt için Philip Glass ve Steve Reich bestelerine bakabilirsiniz. Alfabenin ilk kısmını tekrarlayarak takdir bekleyen çocuktan farkları yok. Diğer çalgılar için verilen ürünlerde laubalilik bu boyutlarda değil sanki.
Bu kadar lafı, ucu Füsun Köksal’a değsin diye dizdim. Memleketin en genç kuşak bestecilerinden. İyi eğitim almış bir kadın. Şimdi de üniversitenin birinde öğretim üyesi. Bunu bir talihsizlik olarak görüyorum. Kuram çalışacak, analiz yapacak ve bunları aktaracak biri değil. Yeteneği de bilgisi de fazla fazla yeter buna ama yok yapmaz. Türiye’deki akademisyenlerin ataletten sıyrılmaları çok zor iştir. İnternette özgeçmişi, kazandığı ödüller, eserlerinin isimleri falan var. Dileyen bakar. Neredeyse hiçbir eserinin düzgün kaydı yoktur. Konser repertuarlarına da girmez. Bizim konser salonlarında hâlâ Haydn, Brahms falan çalıyorlar. Bıkmadılar. Hiç olmazsa 10 konserden 1’ini yeni müziklere ayırsalar. yok. Tolga Tüzün’e, Alper Maral’a da razıyım. onlar yerine Burak Özdemir gibi palyaçoları çıkarıyorlar sahneye. Neyse. Füsun Köksal’ın eserlerinin bir kısmı Soundcloud'da, Youtube'da falan var. Yerinde olsam yapıtlarımdan hiç değilse bazılarının düzgün bir kaydını yapardım. Stüdyosundan müzisyenine, mix'ten mastering'e hepsini cebinden verse 50-60 bin TL para tutar. Bunu kolaylıkla karşılayabileceğinden şüphem yok. Şimdilik eldekiyle yetineceğiz.
Füsun Köksal laboratuvar sahasına döndüğünü düşündüğüm iki çalgı için de eser vermiş. Three New Pieces of Guitar ve Dances of the Black Sea. İlki beste yarışmasında ödül de almış. Dikkatle ve birkaç kere dinledim. Üstelik Smaro Gregoriadou çalmış. Özel bir müzisyendir. Lütuftur. Ne yazık ki ortaya hiçbir tarafından dahil olamadığınız; dağınık ve düzensiz ses yığını çıkmış. İsraf. Dances of the Black Sea'yi yazının sonuna bırakıyorum. Silent Echoes. Youtube'da konser görüntüleri var. İcra başlamadan evvel şef beste hakkında konuşuyor:
"Çağdaş bir müzik dili ... soyut ifade biçimi ... gördüğünüz gibi her biri 16 kişiden oluşan iki yaylı grubu var. Aşağı doğru inen küçücük ses hücreleri duyacaksınız eserin başında. Ağlama anlamına gelen pianto diye anılan figürler bunlar. Ben bu ağlama, iç çekme figürünün iklim değişikliğiyle alakalı olduğunu düşünüyorum !!!"
Müziğe de sirayet etmiş bir illet bu. Ezbere laflar, sınırlı kelime haznesi, aydın görünme arzusu, humour eksikliği... Her yerdeler. Sosyoloji, felsefe, edebiyat... Berkliğin inşası, otun cinsel politikası, başkaldıran fallus, koçegemen sistem... Beste hakkında yorum yapmayacağım. Açık Radyo'da yeşil bülten dinleyin, aynı tadı alırsınız. Ve nihayet gelelim Dances of the Black Sea'ye. Solo flüt için yazılmış. Şaşırtıcı derecede iyi. Cem Önertürk de müthiş bir müzisyen. Çalgının geçtiği merhaleleri epey çalışmış birinin elinden çıktığı belli. Gösteriş yok, sahtelik yok, süs yok; modern müzik denen illetin can sıkıcı yavanlığı yok. Biraz daha anlatacaktım ama yoruldum.