Hömey çoğunlukla boğaz çalmak ile bir tutulur. Aynı şey değildir oysa. Boğaz çalma denilen şey biliyorsunuz ekseriyetle kadınlara mahsustur ve parmaklarını boğazlarına bastırıp, ileri geri hareket ettirerek seslerinin tınısını değiştirerek yaparlar bunu. Boğazı tekne, parmaklarını da mızrap gibi kullanırlar yani. Hömeyde parmak kullanılmaz. Çok önemli bir fark daha var; boğaz çalmada overtone singing yoktur. Peki overtone singing nedir? Bakınız burada sarih bir anlatım ve örnek bulacaksınız. Her zaman polifonik olmak zorunda değildir. Bazen homofonik de olabilir. Fakat boğaz çalmada her ikisini de göremezsiniz. Bunlar teknik farklılıklar. Kültürel olarak da nüans vardır aralarında. Hömey çoğunlukla erkeklere özgüyken boğaz çalma kadınlara özgüdür. Çok nadirdir boğaz çalan erkek veya hömey çalan kadın. Vardır ama nadirdir. Boğaz çalmayı başka kültürden bir vokal tekniğine benzeteceksek yodel daha isabetli olur. Zehra Yılmaz boğaz çalmayla ve Yörük müziğiyle ilgili çokça okuyan, yazan, çalışan biri. Onun görüşü de bu yönde. Veya Gürcülerdeki krimançuli'ye benzetilebilir. Bu tekniklerde de boğazda olduğu gibi alçak ve yüksek frekans sesler art arda çalınır.
Hamit Çine ustaya göre boğaz çalmanın amacı doğayı taklit etmek. Boğaz çalarak dugguk kuşu taklit edilirmiş. Dugguk kuşu dediği guguk kuşu herhalde. Bir tiz bir pes sesi biteviye tekrarlıyor. Hakkı var. Yörüklerin bu kuşla epey münasebeti var sanırım çünkü türküler falan da söylemişler. Dugguk boğazı var mesela. Romenler'de çobanlık yapan kadınlar ya da oğlanlar da böyle bir ezgi tuttururlarmış. Hore cu noduri - düğümlü ses diyorlar. Harika bir isim bulmuşlar. Tamam şimdi bunlardan ne çıkaracağız? Bu bilgilerin bizi bir yere götürmesi gerekiyor öyle değil mi? Doğanın, hayvanların seslerini niçin taklit eder insan? Cevabını araması zevkli olan soru bu. Geleneği inşa eden şeyin ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Böyle düşünmek daha kolay çünkü. İnsan neden-sonuç çerçevesinin içinde düşünürken daha rahat hissediyor kendini. Haliyle aklıma gelen ilk şey avlanmak olur. İnsan avını tuzağa düşürmek için başlamış olabilir doğadaki sesleri taklit etmeye. Şimdi bir de neden-sonuç çerçevesinin dışına çıkmaya çalışayım. Ay İnanmıyorum Necdet gibi sorayım: Hiç sığırcıkları düşündünüz mü? Bu kuşların taklit konusundaki hünerleri fevkaladedir. Bakın mesela şu linkteki sığırcık Mozart'ın Eine Kleine Nacht Musik'ini söylüyor!! İnanılır gibi değil. Başka hayvanların (bilhassa kuşların) seslerini de taklit ediyorlar tabii. İnternette bir dolu video var. İnsan üzerinden değil de sığırcık üzerinden düşünelim; sığırcıklar niçin başka sesleri taklit ediyorlar? Peter Marler'in bir kitabı var: Nature's Music, The Science of Birdsong diye. Deli işi. Kitabın bir bölümünde bu soruya cevap aramış. Üzerinde en çok durulan hipotez şu: Aynı besin kaynaklarını paylaşan rakiplerin seslerini taklit ederek onları ekarte etmeye çalışıyorlar (interspecific competition). Makul duyuluyor. Kim bu rakipler? Diğer sığırcıklar olabilir. Taklit meziyeti daha fazla olan sığırcık böylelikle besine daha kolay erişecek. Fakat çalışmanın yapıldığı yer Fair Isle diye bir yer. İskoçya'da bir ada. Bu adada besin, sığırcıkların birbirleriyle rekabet etmesine yer vermeyecek kadar gani. Başka rakipleri uzaklaştırmak istiyor olabilir mi? Bu da mümkün durmuyor çünkü sığırcıkların taklit ettiği kuşların listesini yapmışlar (çulluk, kuyrukkakan, altın yağmurcun, ardıç kuşu vs. vs.). Taklit ettiği kuşların yalnızca 1/4'ü ile aynı besin için savaştığını fark etmişler. Eh, yani ilk hipotez makul olmaktan çıkıyor yani. Diğer hipotez de şu; av olmamak için zehirli hayvanların sesini taklit ediyor olabilirler (batesian mimicry). En azından Fair Isle örneği bu hipotezi yanlışlıyor çünkü adada sığırcıkla beslenen bir avcı yok. Bazen yavruları kaptırıyorlar kertenkeleye, yılana falan o kadar. Üçüncü hipotez de seksle ilgili tabii. Dişilere kur mu yapıyor bunlar (sexual selection)? Bu hipotezi yanlışlamak için öne sürülen sav, dişi sığırcıkların da mükemmel taklit yeteneğinin olduğuydu. Fakat sonra erkek ve dişilerin repertuvarının yekununu oluşturmaya başlamışlar ve görmüşler ki erkeklerin dağarcığı dişilere göre en az 7 kat daha geniş. Yani üçüncü hipotez doğru olabilir. Gender studies çalışan biri bu verileri farklı yorumlayabilirdi tabii. "Sığırcık toplumundaki toksik erkeklik, dişiye böyle bir rol biçmiş" falan derlerdi muhtemelen. Ornitolojiye el atmamaları büyük şans bizler için. Neyse doğanın erkeklere bahşettiği yetenek tabii ki sanat becerisi, taklit hüneri falan değil. Bahşedilen şey reddedildiğinde bile kırılmayan ısrar ve kendi gülünçlüğünü görememedir. Şimdi son kısma geliyoruz. Bu üç hipotezden başka bir hipotez daha var ve bence en ilginci bu: "Kuşların bu sesleri çıkarmalarının hiçbir amacı olmayabilir (learning mistakes)". İşte şimdi neden-sonuç çerçevesinin dışındayız. Neden böyle düşünmüş peki ornitologlar? Çünkü fark etmişler ki sığırcıklar öğrenmesi daha kolay ve aşina oldukları sesleri taklide teşneler. Ve bu kuşları alır sürekli Mozart dinletirsen, Mozart'ı bile taklit ediyorlar. Üstelik çiftleşeceği bir aday yokken bile vazgeçmiyorlar şarkı söylemekten. Muazzam! Yodeling, boğaz, krimançuli, falan filan da insanın doğayı taklidi işte. Hatta bana kalırsa bunu taklit olarak görmek bazı şeyleri ıskalamaya sebep olabilir. Taklit tek yönlü bir şey. Salt alış. Halbuki doğa ile insan arasında bir alışveriş, iletişim vs. var. Kuşun sesini alıp birebir kopyalamıyor onun yerine des canyons aux étoiles besteliyor. Ne bileyim boğaz çalıyor vs. kendi hamuruyla yoğuruyor yani. Tabii şunu da akılda tutmak gerek; doğayla bu bağı kurabilenler daha çok göçebeler olmuş. Bu da pek tabiidir. Çünkü göçebelik insanı topraktan uzaklaştırır, hayvana yaklaştırır. Üstelik hareket halindesindir. Yerleşik hayattakilerin de hayvanlarla teması var elbet ama onlar bu iletişimden aldıklarını sonraki kuşağa aktara aktara onu o kadar çok deforme ediyorlar (deforme etmeyi nötr manada söylüyorum) artık tanınmaz hale geliyor. Mesela iklığın, boğaz'ın, ngoni'nin, okarina'nın doğayla iltisakını az çok sezersin çünkü bunlar göçebelerin çalgılarıdır. ama piyanonun, kanunun, arpın, fagotun ilintisinin izleri okunmaz olur. Son olarak şunun altını çizerek bitireyim; dördüncü hipotezdeki "işlevsizlik" hakikaten çok önemli. Yapıt işlevini, bilhassa da dünyevi fonksiyonunu kaybettikçe sanat eserine dönüşür. Şehrin işlevsiz kalan 'şeyleri'nin sembollere dönüşmesine benzetebiliriz bunu. Eyfel Kulesi en sarih örnek buna.
Harika yazı, elinize sağlık. Kargyraa için de yazı gelecek mi?