Melis: Benim en sevmediğim şey riyakarlık. Bana her şeyle gel, bana her şeyi yap ama bana riyakar olma
Mehtap: Riyakar ne demek?
Melis: Yani… Şimdi kelime anlamı olarak… Riyakar hani … (kem küm)
[Mahcubiyet, şaşkınlık ve çaresizlikle karışık gülüşmeler sonrası Melis’in beyni devreye giriyor, dikkatini topluyor ve riyakarlığın ne olduğunu açıklamaya başlıyor.]
Melis: Sen bana hani böyle dost gibi gözüküp, arkamdan böyle iş çevirince riyakar davranmış oluyorsun. Ben öyle biliyorum.
Melis’e güldük. Bilmedikleri kelimelerle büyük büyük konuşan çocuklara da güleriz. Bizi güldüren şey şapşallıktır. Şapşala şefkat duyarız. Fakat Melis çocuk değil. Onda güldüğümüz şey cahillik. Şefkatten çok acıma duygusunu kaşıyan bir şey. Melis cahil hatta belki de aptal çünkü “hayatta en sevmediği şeyin ne olduğunu bilmiyor”. Katılmıyorum. Şöyle demek daha doğru olur: “Melis, onu hayatta en çok rahatsız eden şeye karşılık gelen kelimenin sözlük anlamını bilmiyor.” Fakat seziyor. Hayatta en sevmediği şey, yüzünde tiksintiyle karışık bir öfke ifadesi olarak beliriyor. Bir ses olarak da riyakar sözcüğünde tecelli ediyor. Kadın tüm vücuduyla bir hissi tarif etmeye çabalıyor. Aklını başına topladıktan sonra söyledikleri az evvelki mimik tufanının yanında ne kadar cılız ve yavan kalıyor: “Sen bana hani böyle dost gibi gözüküp, arkamdan böyle iş çevirince riyakar davranmış oluyorsun”.
Hisler bazen tarifi zor, bazen de tarifsiz oluyorlar. Tarifi olmayan sezgiyle kavranabilir. Şiir sezmektir. Kendi ruh dünyasının amelesi olan şair, hissi sezdiren kişidir. Şiirin tercüme edilemezliğinin bir sebebi de belki budur. Hisler ve duygular endemik olabiliyorlar. “Yaklaşıyor yaklaşmakta olan” cümlesinin bizde uyandırdığı hissi nasıl tercüme edebiliriz ki? İsmet Özel, Necm Suresi’nin hissettirdiklerini Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak şiirinde sezdirdi. Boyun eğmekten çok baş uzatmaya benzeyen bir teslimiyetin, çaresizliğin verdiği dehşete deva olduğunu keşfetmenin sevinci ve bu müjdeyi paylaşmanın vereceği tatlı heyecanın sabırsızlığı:
Neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak
Herkesin tanıdığı ve her gün tadılan konfeksiyon hislerden değildi bu. O yüzden ya anlaşılmadı ya da yanlış anlaşıldı. Yaklaşmakta olan intikam vaktinin uyandırdığı çalımlı heyecan sanıldı bu his ve pısırık bir narada vücut buldu: “Geliyor gelmekte olan”. Kalabalık, boka üşüşen sinekler gibi toplandı bu naranın temsil ettiği hissin etrafında. İnsan bir sürü hayvanıdır ve eksiktir. Kendini tamamlamak için başkalarını arar. Öyle anlaşılıyor ki şairin bir hissi tasvir etme, sezdirme çabası da tamamlanma isteğinin tezahürü. Son zamanlarda sürüsünü en çok büyüten çoban Gülten Akın’ın bir dizesi oldu: “Ah kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya”. Yakası açılmadık hislerden değil bu. Çiğnene çiğnene tadı kaçmış, alelade bir şey. Kimsenin ince şeyleri anlamaya vakti yok oysa ben tıpkı bu konuda olduğu gibi ince şeyleri anlıyorum. Anlıyorum öyleyse vaktim var. Fakat bu bana lütfedilmiş bir vakit değil. Bu vakti kendim, ince şeyleri anlamak için yarattım. Ah ediyorum çünkü insanlar incelikleri anlamanın hazzından mahrum kalıyorlar. Ah ediyorum çünkü mahrumiyetin hoyratlaştırdığı kalabalık içinde, anlaşılamayan bir incelik olarak kalıyorum. Bu tavır payanda sözcükler, mimik ve jestlerle de destekleniyor:
“Ah canım kadınlar 🌹🌹🌹”,
“Cânım bilmem kim” (a harfinde neden şapka varsa),
”Ücretli görüşüyorum canım”,
”Kalbimi bıraktım 💔”,
“Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum”
[…]
DSM-6’da yer bulmasını beklediğim bu tabloyu İncelikçi Kişilik Bozukluğu (İKB) olarak isimlendirdim. Prevalans oranı henüz oldukça düşük ancak hızla artıyor. En sık 20-40 yaş aralığındaki kadın erişkinlerde görülüyor fakat son zamanlarda 20 yaşın altındaki kadınlarda da tespit edilir oldu. Kadın hakları konusundaki duyarlılıkları hasebiyle sağlıklı feministlerle karıştırılabiliyor. Sağlıklı grup “Devlet elini bedenimden çek”, “Kadın kadındır, çiçek babandır”, “Geceler de bizim sokaklar da” gibi görece dürtüsel ve saldırgan bir tavır takınırken İKB olan bireylerin edilgen mustaripler olduklarını görüyoruz. Dürtüsellik beraberinde bir parça saldırganlık ve tutarsızlık getirse de bunun içten bir tutum olduğunu kabul etmek gerekir. Oysa İKB’ olan bireyler her soruna sevgiyle yaklaşan yapmacık bir çocuksulukla bulaşık, içtenlikten son derece uzak bir davranış kalıbı sergilerler. Bu taraflarıyla “Sevgi kazanacak!” diyen Mustafa Sarıgül’e yakınsadıklarını söyleyebiliriz. Baskılanıp oradan buradan bel veren dürtüleri de pseudo-entelektüalizasyon ile kamufle etmeye çalışırlar. Şaşırtıcı şekilde makyaj için en çok tercih edilen şey Ulus Baker. Bu bireylerin sosyal medya hesaplarında muhakkak bir Ulus Baker paylaşımı görülüyor. Aşağıdaki grafikte “Ulus Baker” isminin Google’de yıllara göre ne kadar aratıldığını görüyorsunuz. Uzun yıllar çok dar bir çevre tarafından tanınan bu isim, ölümünden 12 sene sonra gizemli bir şekilde şöhrete kavuştu.
Gelelim yazının varmak istediği yere. Korkarım son zamanlarda İKB’nun bir varyasyonu peydah oldu. Bu grupta erken çocukluk döneminde görülen “olduğundan yaşlı gibi davranma” bulgusu kolaylıkla göze çarpıyor. Yeni varyasyonla birlikte İKB genç yetişkin erkeklerde de görülür oldu. Zannediyorum Harun Korkmaz ilk vakalardan biridir. 1990 doğumlu olmasına rağmen 1950’li taklidi yapmaktadır. Harun’da çok daha hafif seyreden İKB, onu kendine rol model belleyen 20’li yaşlardaki genç erkeklerde epey ağır ve karmaşık seyrediyor. Vakaların takındığı yaşlılık sıvasını kazımasanız bile, erkeklik kusurlarından olan bilgiçlik ve her şeyin odağında olma arzusu, yeniyetmeliğin verdiği pervasızlıkla bulaşık şekilde sırıtıyor.
Kadınlarda, erkeklere has gubarmaları daha az gördüğümüz için “sevgi kazanacak” vurgusu hala belirgin. Erkekler yaşlı taklidini giyim kuşam üslupları ve aksesuar tercihleriyle pekiştirirlerken kadınlar bunu dilde pekiştiriyorlar: Lâkin, sahi, kim bilir, kanımca, bittabi, aşikâr, kadim, vesselam, mefhum… Ne yazık ki, Türk Sanat Müziğiyle meşgul olan kimselerden pek azı yakayı kurtarabiliyor İKB’dan. Bazen en yakınımızdakileri en sevdiklerimizi kaptırıyoruz bu illetin pençesine. Evet, Burcu’dan bahsediyorum. Burcu Göktürk.
İnsan konduramıyor, kabullenmek istemiyor. Makyaj yapıp annesinin kıyafetlerini giyen küçük çocuklar gibi. Aynada gördüğü şeyi beğeniyor ama ne kadar komik göründüğünün farkında değil. Bu müziğe meraklı çocuk yaştaki kızlar da Burcu’yu taklit ediyorlar. Yaşlı taklidi yapan musikişinas sevecenler. Hem komik hem ürkütücü. Tek teselli İKB’da işlevselliğin çoğunlukla bozulmaması. Bireyler sosyal hayata uyum sağlamak, öz bakımlarını yapmak ve mesleklerini icra etmekte güçlük çekmezler. Diyebiliriz ki İKB olan birey bu kişilik bozukluğundan çevresi kadar etkilenmez. Oysa İKB olan bireyin çevresi, ecnebilerin second-hand embarrassment dediği rahatsız edici hisle baş etmekte zorluk çekerler. Atalarımız ne güzel söylemişler: Ölüsü olan bir gün delisi olan her gün ağlar.
Sağlıcakla.
sonunda biri bunun adını koydu, teşekkürler.
(”Ücretli görüşüyorum canım”a güldüm)
"Yaşlı taklidi yapmak" sanatın, "bilhassa" edebiyatın olmazsa olmazı. Yahya Kemal, Seyyid Nigârî, hatta Fuzûlî bile bariz yaşlı taklidi yapıyor. Klasik sanat gelenekten, dolayısıyla yaşlılıktan ayrılamaz. Avangart sanat ise tam tersi; çocukluklardan, hararetli ergenliklerden zuhur ediyor.