Türk halk müziğimiz ölüdür. Pek çokları bu habere inanmak istemeseler, inkar ederek acılarını biraz olsun öteleyebilseler de hakikat bu. Bizim payımıza düşen ağırbaşlı bir tasa olabilir ancak. Suçluluğu bu mirasın içinden ayıklamalı ve defetmeli çünkü bu tabii bir ölümdür. Müziğimiz ana kucağından da baba ocağından da ayrılmadan, ondan ilgisini ve sevgisini esirgemeyen kalabalıkların bağrında büyümüş, serpilmiş ve nihayet kocamıştı. Elden ayaktan düşmeden, sıralı bir ölümle gitti. Bununla teselli olmalı.
Eski zamanlarda ölüm bir durumun ifadesiydi ve sadece tek bir ölüm vardı. Sonradan türlü türlü ölümler peydah oldu. Beyin ölümü mesela. Ölüm bu mu? Yok, tam değil. Daha hücreler ölmedi. Aradan biraz zaman geçsin ki onlar da ölsün. Bitkisel hayat peki? O da tam bir ölüm değil, gri bir alan. Somatik ölüm, hücresel ölüm… Zamane ölümü durumun değil sürecin ifadesi. Türk halk müziğimiz tam olarak öldü mü yoksa hala biraz canlı mı o yüzden mutabakata varamıyoruz. En iyimserimiz can çekişiyor diyor. Can çekişme deyince de dört elle hayata sarılmış, naçar ve zavallıca bir zindelik hali... Bunu kabul etmiyorum. Bizim müziğimizin ölümü metanetle karşıladığını düşünüyorum. Mukadder ne ise zuhura gelir veya yazmıştan uzmuş yok. Nedir mukadder olan? Payansız cemmigafirle birlikte kemiyet artması, keyfiyetin azalması. Bir zamanların aşiretler, cemiyetler, halklar oluşturan insanları şimdi yığının tanelerine dönüştüler. Her şey baş döndürücü bir hızla yabaniliğini kaybediyor, evcilleşiyor. Bundan müzik de nasibini alacak. Aldı da. Yazgıdan kaçış yok.
Nasıl bir ölüm peki halk müziğimizin ölümü? Alametleri neler? Canlılığı belki dalda, yaprakta seyredersin ama hayatiyeti, bekayı illa ki tohumda görürsün. Fidana sormuşlar “niçin büyüyorsun?” diye, “tohum itiyor” demiş. Tohum yoksa yavru yok mudur? Vardır. Piç derler ona da. Kökün dibinden çıkan sürgünlere bu yüzden ağacın piçi (basal shoot) denir. Neden piç? Çünkü eşeysiz üremenin mahsulüdür o. Tohumdan peydahlanmamış. Budanması gerekir yoksa ağaca zarar verir. Bir nevi asalak. Eski dilde iştikak vardır. Türemek diyelim. Ağaç piçi bir türedidir. Zürriyet başka. Onda zerreden, tohumdan nasiplenen bir mahsul var. Sürgün türemiş, fidan üremiştir. Halk müziğimiz zürriyeti kesilmiş ancak ayakta duran, şehirlerde, konser salonlarında teşhir edilen kimi zaman da herek niyetine kullanılan bir abidedir. Eve sığar bir şeydir, evcilleştirilmiştir. Evcilleşme medeniyetin alametidir. 1940’ların popülizmi olan köycülükle, ekabir avamın yanına sokuldu. 60’ların popülizmi olan solculukla kilimde oturmaya, türkü söylemeye, kasket takmaya başladı. Halk müziğim yarım asırda evcilleşti. Oysa eskiden köylüye ve onun müziğine “semerli” diye dudak bükülürdü. Semerli; kaba saba, yontulmamış. Yük hayvanı tarif ediliyor. Halbuki yük hayvanı evcildir, uysaldır. Hakir görülme sebebi kolayca baş eğmesi, boyunduruğa hevesli oluşudur. Semere gelmeyen hayvanın vahşiliğinde ürkütücü bazen de saygı uyandıran bir şey var. Kulan derler, eşeğin yabanisidir. Pek çok müslüman halk kulanı avlar, yerdi. Oysa evcil eşek necis sayılır. Demek av hayvanı, yük hayvanına nazaran daha muteber. Bir de eyer var. Eyer ve semer farklı. Semer yük içindir, eşeğe vurulur. Ata eyer vururlar. At yaverdir, eşek ise araç. Sabandaki öküz de öyle. Bunların hepsi medeni hayvanlardır.
Halk müziğimizin piçleri meselesi. Emre Dayıoğlu’nu tanıma şansım oldu. Tertemiz, hevesli, çalışkan bir adam. Türkü besteliyor mesela: Tövbeler olsun. Tohumdan biten bir fidan değil bu. Gövdenin dibinden çıkan bir sürgün. Kara tren gecikir, Halil İbrahim, Seher Yıldızı vs. vs. İyi mi, güzel mi, sağlıklı mı, çirkin mi hiç önemi yok; budanmalı. Çünkü bir kez evcilleşen tekrar yabanileşmez. Müziğimiz o yabani haliyle kalsaydı ne budamaya hacet kalırdı ne sulamaya. Bir yerde çürür, beri yerde filizlenirdi. Fakat zaman o zaman değil. Müziğimiz bakıma muhtaçtır. Bu türedi müzikler halk müziğimizi zenginleştirecek filizler değiller. Budanmalı, yoksa müziğimiz tanınmaz hale gelir. Hayatı Tespih Yapmışım Sallıyormuşum… Ankara ve civar yöresi müziğinin neye döndüğüne hepimiz şahidiz. Ankara oyun havaları diye çalınan hemen her şey müziğimizin piçidir. Kimi türküler de piçleştirilmiştir (bastardization). Müzik nasıl piçleşir? Halk müziği sanat müziğinden farklı olarak doğduğu kaynağın uzağında cılızlaşır. Başka bir yere taşındığında, anavatanından koparıldığında ise kokuşur, piçleşir. Burdur’un sulak yaylasında neşvünema bulan Erik Dalı’nı, onu Dirmilli yapan her şeyden soyarak, çakma seymen kılığına sokarsan piçleşir.
Müziğimizin piçlerini ve piçleşenlerini son zamanlarda hep Angaralı kılığında görüyoruz. Hiçbir atıf almayan müzikoloji ve sosyoloji makaleleri yazan akademisyenlerimiz için Radyo Seymen bir vaha adeta. 10-15 senedir yayında ve hala bayatlamadı. Tek bir yörenin tavrıyla sınırlı kalan hiç bir istasyon, Radyo Seymen’in yakaladığı şöhreti kazanamamıştır. Sıra dışı bir durum. Piçleri ve piçleşenleri ayıklamaya merkezden, Ankara’dan başlayacağız.
Ankara tavrı esasında bağlama icrasında kırık hava çalınırken kullanılan bir sağ el tekniğidir. Takma tezene de denir. Çetin Akdeniz, youtube klasiklerinden sayılması gereken videosunda bunu öyle güzel anlatmış ki paylaşmadan edemeyeceğim.
Ancak yazıda Ankara tavrı ile kast ettiğim şey bundan çok daha fazlası. Güneyde Nevşehir’in Avanos ve Hacıbektaş ilçelerine, doğuda Kırıkkale ve Kırşehir’e, kuzeyde Çankırı’ya kadar uzanan bir müzikal üsluptan bahsediyorum. İçinde halay da var zeybek de; bozlak da var semah da. Bu tavrı oluşturan şey, çeperin merkezde öğütülmesidir. Merkezde uzun hava, bozlak, semah ve ağıt yok denecek kadar azdır. Buna karşın düz oyun, zeybek, oturak havaları yaygındır. Çeperde olanlardan biri Çankırı Şabanözü. Çokça Alevi köyü var. Kına türkülerinden pay biç. Muhammed Sancağı Almış Oturur. 9/8 + 5/8. Nevşehir Hacıbektaş, Kırıkkale Hasandede… Ekseriyetle hüseyni makamında ve düz ayak olmayan 9/8, 5/8 ezgiler üretmişler. Türkmenlerin çokça yaşadığı Haymana, Keskin, Bala, Çubuk ve Kırşehir’den de son derece karmaşık yapılı bozlaklar çıkmış. Yani bu tavır, küçük sayılır bir alandaki çok çeşitli form, ritm ve üslubu kapsayan; homojen olmayan, zengin bir amalgamdır. Radyo Seymen’de tecelli eden Ankara tavrı, bu ummandan ayıklanan oturak havalarının piçleridir. Bu form kalıcı olmayan, eğlencelik, çerez nevinden şeyler üretmiş olan Mucip Arcıman ile son bulmuştur.
Ankara müziğinin, avazı günümüze ulaşabilmiş son neferleri Refik Başaran, Avanoslu Selahaddin Ercan, Zekeriya Bozdağ, Rıfat Balaban, Hikmet Taşan, Bayram Aracı, Burhan Gökalp, Necmettin Palacı, Ahmet Gazi Ayhan, Muharrem Ertaş, Çekiç Ali, Hacı Taşan, vesairedir. Nefer, rütbesiz asker. Hepsi de unvansız öldüler. Öldüklerinde şöhretleri 100 kilometre öteye bile ulaşmıyordu. Şan, Neşet Ertaş’a nasipmiş.
Mehmet Erenler, kendini Ankara yöresinin halk müziğine adamış bir nefer. Otuzdan fazla albüm kaydetmiş. Hiçbirinde gitar, org, dijital davul sesi duymadım. Seçtiği türkülerin hemen hemen hepsi de Ankara ve civar yörelere ait. Kendini sınırlamayı becerebilecek olgunlukta demek ki. Kendine çizdiği sınır içerisindeyse adım atmadık yer bırakmamış; oyun havasından deyişe, bozlaktan kırık havaya her formdan türkü koymuş repertuarına. Hepsini de titiz bir tutuculukla otantik, mevsuk haliyle çalmış; fem-i muhsinle -temiz ağızla- okumuş. Dijital sesler, egzotik düzenlemeler ve ithal ağızları dışlayan, ayıklayan, budayan ustanın piçleri ayıklamak için tuttuğu yol hakikaten şövalyece. Şövalye deyince güzelliğe sadakat, zenginliği küçümseme, diğerkâmlık, adanmışlık… Yoksa hakikatle bağı kopuk, romantik ve anakronik, kimseyi cezbetmeyen ancak saygı gören, gülünç bir figür değil. Bilhassa da adanmışlığı. Covid zamanı milleti eve kapattıklarında haftada bir video yayınlamaya başladı. Evinin salonundaki berjere oturuyor, yanındaki sehpada kimi zaman vazoda çiçek, kimi zaman gümüş şekerlik, çoğunlukla kravatını da takıyor; çalıyor, söylüyor. Süsüne mi düşkün? Yok. Operaya frakla, camiye abdestle girmek gibi. Kendisini aşan, katılmaya hevesli olduğu bir şeyin karşısına çıkan adamın hazırlığıdır bu. Huzura çıkmak. Başladığı günden bu yana aksatmadan devam etti. 150’den fazla video paylaştı. Göz yaşartan bir âlîcenaplık, hayran bırakan bir cömertlik hakikaten. Şu disipline sahip kaç kişi sayabilirsin? Görüntülenme sayıları 5-6bin civarında seyrediyor ortalama. Ne gam! Küskünlüğün, yılgınlığın izi bile yok adamda.
Evet, Türk halk müziğimiz ölüdür fakat gömülmemiştir. Her ölü gömülmez. Kimileri korunur, teşhir edilir bazen de kendi suretlerinde yontuları dikilir. Abide yahut anıt diyorlar. Yetersiz kalıyor. Statue demek lazım gelir. Bizde karşılığı yok. Durmak, durum, duruş… Hantalca bir hareketsizlik hali değil; doygunluğa ulaşmış, karara varmış, stabil. Halk müziğimiz nirengi noktası vasfını yitirmemiş, hatırası halen daha canlı bir ‘statue’dür. Bunu Mehmet Erenler gibi ustalara borçluyuz. Ömrüne bereket diyelim.
sağol hocam. ben de konya tavrını o çetin akdeniz videosundan öğrenmiştim haha
"halk müziği" olarak adlandırılan türün "köy müziği" olduğu yazmıştınız. bu bağlamda okunduğunda "halk müziği"nin "karara vardığı"nı değil de tahnit edildiğini söylemek daha doğru olabilir. (ölünün "teşhir"i tahnitle mümkün.) "köy müziği"nin koşullarını oluşturan toplumsal bağlar artık yok, bitti.