“Sıkı bir Micheal Jackson hayranıyım. Björk, Art Tatum, The Doors, Ray Charles ve Tom Waits şu an aklıma gelen ve dinlemekten keyif aldığım müzisyenler. Popüler müzik neredeyse hiç dinlemem, bilmem bile hatta. Türkçe hiçbir şey dinlemiyorum.”
Murat Ömür Tuncer - 2017
Murat orkestra şefi ve besteci. Konservatuvarlı. Antalyalı olmasına rağmen Türkçeyi Amerikan aksanıyla konuşan bir galeri aktivisti. Kendisini çağdaş bir besteci olarak tanımlıyor: “Çağdaş bestecilerin yazdığı müziğe klasik müzik denmiyor. Bunun adı Yeni Müzik.” İlişikte de yeni müziklerinden bir numune bulacaksınız.
Bildiğiniz gibi Cem Önertürk çağdaş Türk bestecilerinin cefasını çekenlerin alemdarıdır. Anadolu Beşlileri olmasa flüte üflemeyi unutacak. Eserin ismi Spider Attack. Parçayı dinleyince espriyi anlayacaksınız. Sanki flüte bir örümcek dadanmış da müzisyen ondan kurtulmak için tükürüyor, var gücüyle üflüyor, cenk ediyor. Üzerine atılan cellatlara karşı kendini neyiyle savunan III. Selim’i hatırlatan sûzişli bir sahne. Tesiri 5-10 saniye süren ufak bir şaka bu parça. Fazlası değil. Klasik Batı Müziği’nin en popüler şakalarından biriyle kıyaslayalım hadi: Полёт шмеля - Flight of the Bumblebee. Korsakof’un bir operasının interlude müziğidir.
Bu parçanın başlığını okumasak bile bize vızıltıyı çağrıştırırdı. Haksız mıyım? Dinleyicide şaşkınlık ve hayranlık uyandıran; zeka ve beceriyle süslü bir şaka. Hayranlık uyandıran şey yaylıların vızıltı gibi tınlaması değil, yaylıların uyulması gereken onca kurala rağmen vızıltı gibi tınlaması! Georges Perec’in meşhur romanı La Disparition’u (Kayboluş) bilirsiniz. Hiç “e” harfi kullanmadan koca roman yazmış adam. Hakikaten deli işi. Şaşmamak mümkün değil. Bana kalırsa bu cambazlık dışında beş para etmez, yavan bir roman ama herifin zekası, nüktedanlığı ve mahareti hayran olunmayacak gibi değil. Aynını Murat’ın mezkur parçasındaki besteciliği için söyleyebilir miyiz? Var mı buna evet diyecek biri? Sanatçı, muhatabını avlamak için tuzaklar kuran kişidir. Spider Attack’te dinleyici avlayacak, ilgisini taze tutmayı sağlayacak hiçbir şey yok maalesef. Parçada ilgi çekici tek şey ona verilen isim. Bu isim sayesinde anlıyoruz müzisyenin niçin flüte böyle davrandığını. Eğer ismi görmeseydik eserin canlandırdığı, temsil ettiği sahneyi kavrayamayacaktık. Yani sanatçının eseri müzik dışı öğeler üzerine temelleniyor. Müzik dışı öğeyi ayıkladığımızda elimizde değersiz bir iskeletten başka şey kalmıyor. Oysa Korsakof’un eseri ismi olmadan da heyecan verici ve ilgi çekici çünkü bu müzik müzik dışı öğelerden oluşmuyor. Bu, iki eseri birbirinden ayıran çok önemli bir fark.
Gelelim bir başka kıyasa; The Unanswered Question. Çok sevdiğim bir besteci olan Charles Ives’in eseri. Daha önceden de bir vesileyle anmış olmalıyım bu parçayı.
Neyse, başlık ne? Cevaplanmayan Soru. Bildiğiniz gibi müzik denilen şey çoğunlukla soru ve cevaptan oluşur. Fakat Ives'in eserinde bunu göremezsiniz. Zeminde yaylıların çaldığı dinamiksiz, asude bir melodi vardır ve ara ara üflemeliler bu havayı yırtar, dağıtır. Her sahneye çıkışları bir sorudur fakat müzik boyunca soru bir türlü cevaplanmaz. Dinleyiciyi rahatsız eden ve ona yaşatılan tamamlanmamışlık duygusu işte bu duymazdan gelmedir. Yani bu yapıtı müzik tarihinde eleğin üstünde tutan şey müzik dışı bir öğenin müzik yoluyla ifadesidir. Biz eserin başlığını okumasak dahi o tamamlanmamışlık duygusunu hissederiz. Ustalık buradadır çünkü müzik temsil etme kapasitesinden yoksundur. Bu yüzden hakiki bir dil değildir. Müzikle bir şeyler anlatır, tarif edersiniz belki ama büyük olasılıkla muhatabınızın anladığı sizin anlattığınıza benzemeyecektir. Böyle dil olmaz. Ancak Ives, müziğin sınırlarını zorlayarak onu bir dil gibi kullanmış, aktarmak istediğini muhatabına ulaştırmayı başarmış. Bir o kadar önemlisi de aktarılmak istenen şey: Cevaplanmamış bir sorunun yaşattığı tamamlanmamışlık hissi. İşte üzerinde kafa yormaya değer, bayatlamayacak bir konu. Örümcek saldırısı gibi eften püften bir şey de değil. Uzun lafın kısası, ortaya konan şey alelade bir şaka üzerine kurulu derinliksiz, beceri ve gustodan yoksun, yavan bir gürültü.
Cem Önertürk'e yıpranma payından erken emeklilik verilmeli bence.