Müzisyenin derdi nedir? En çok neyden yakınır? Saygı görmemek, toplumdan dışlanmak, anlaşılmamak, yanlış anlaşılmak, parasızlık… Aklıma ilk gelen bunlar. Peki bu şikayetlerin hangileri ezeli ve/veya beynelmileldir? Müzisyenler kalûbelâdan beridir hakir mi görülürler mesela? Geçen yazıda müzisyenlerin 3000-4000 sene evvelki ahvalini yazmıştım. Ganimet gibi ikram edilen, armağan gibi alınıp verilen, soytarı gibi yanında gezdirdiğin bir şeymiş o zamanlar müzisyenler. Öyle anlaşılıyor. Fakat aynını 17.yüzyıldaki Osmanlı veya Habsburg Hanedanı saltanatındaki müzisyenler için söyleyemeyiz değil mi? J.S.Bach veya Ali Ufki’yi düşünün. Belki el üstünde tutulmuyorlardı ama saygı gördükleri kesin. Saygı gören şey sadece müzisyen değil tabii, müziğin kendisi de muteberdir artık. Sizce koca Roma İmparatorluğu’ndan neden hiç müzisyen imparator çıkmamıştır? 1000 küsur sene, 200’e yakın imparator var ama bir tane müzisyen yok içlerinde. Şaşılacak şey. Nero’nun az buçuk lavta çaldığı söyleniyor ama şaibeli. Hepi topu bu. Ahameniş, Selçuklu, Khmer, Aksum, Goguryeo, Mısır, Sümer… Bir tane müzisyen kral, prens, tiran vs. çıkarmamışlar. Geçen yazıda dediğim gibi; çünkü müzik kadınsı, erotik, tekinsiz bir şeydi. Sonra ne oldu? 5000 sene evvel filizlenen devlet aygıtı köklendi, serpildi ve nihayet 4000 yıl sonra meyve verdi. Bu meyve devlet sanatıdır. Hah. Şimdi önemli bir yere geldik işte. Mısır, bir devlet kurmakla güzelliği de icad etmiş oldu. Gücün yaşayan bir tanrı olarak tek kişide toplanması -kim ne derse desin- tarihteki en büyük kültürel ilerlemelerden biridir. Devlet demek odaklanma, yoğunlaştırma, kavramsallaştırma demektir. Fakat o zamanların dinleri bereket dinleriydi. Toprakla, hayvanla, zürriyetle iç içeydi. Mısır devletini doğuran da bu bereket diniydi. Oysa semavi dinler beslenme sorunu çözüme kavuştuktan sonra gelişmiş, kurumsallaşmıştırlar ve katiyen bereket dini değildirler. Bu yüzden toprağa, hayvana değil semaya bakar, ilhamını oradan alırlar. Mısır devletinin başı bir tanrıydı ama bu tanrı halkın arasında, toprağın üzerinde yaşayan bir tanrıydı. Fakat milattan sonraki 5. yüzyılda artık tanrı gökyüzünde, yukarıdadır. Ulaşılmaz bir şeydir o. Yeryüzündeki gölgesi olan hükümdar ve onun aygıtı olan devletin müziği de alelade bir şey olamazdı artık. Halk müziği ve sanat müziği (devlet müziği) ayrımı tarihin bu noktasında başlamıştır işte. Devletin borusunu öttüren müzisyenler de hekim gibi, aşçı gibi muamele görmeye başlamışlardır. Bu müzisyenlerin parasızlık gibi dertleri yoktu. Ya da şöyle diyelim, herkes kadar parasızdılar. Saygı sorunu da devlet sanatının doğuşuyla çözülmüş oldu. Geriye bir tek “anlaşılmamak”, “yeterince özgür olmamak” falan kalıyor. Bu acaba bir sorun muydu o devrin müzisyeni için? Ya da ne derece önemli bir sorundu? Bunu kestirebilmek zor ama Brahms’ın, Schumann’ın, Mendelssohn’un mektup ve günlüklerinde göz gezdirince hiç böyle bir şeye rastlamazsın. Ben şimdi devlet sanatıyla iştigal eden müzisyenler hakkında yazıyorum tabii. Halk müzisyenlerinin durumu bundan çok farklıdır. Bunu yeni paragrafta konuşalım.
Halk müzisyenlerini iki başlıkta toplamak gerek: Profesyoneller ve amatörler. Dikkat ettiyseniz bu ayrımı sanat müzisyenleri için yapmadım çünkü sanat müziği icra edenler içerisinde amatör, profesyonel değil usta ve çıraklar vardır. Her çırak usta adayıdır fakat her amatör profesyonel olmaya aday değildir. Hatta hemen hemen hiçbir zaman amatörler profesyonele evrilmezler. Böyle bir niyetleri yoktur zaten. Buradan şu sonuca varırız: Ustalık veya çıraklık bir durumdur ancak profesyonellik ve amatörlük bir tutumdur. Halk müziğinin profesyonellerini konuşalım önce. Bunlar eski zaman müzisyenlerinin ve müziklerinin bakiyeleridirler. Halkın ve devletin nazarında değersiz, soysuz, kadınsı görülürler. Lăutari derler bir zümre vardır. Bir ara bahsetmiştim bunlardan. Romence bir isimdir bu. “Lavtacı” demek. Çingenelerin müzikle iştigal eden kısmına bu isim verilir. Kalaycı, bileyci, ayı oynatıcı (ursari), demirci (kalderaşi), çiçekçi (florari) vs. vs. diye minik minik topluluklardan oluşur çingeneler biliyorsunuz. Lăutari de bunlardan biri işte. Göçebedirler, şehir şehir bazen ülke ülke gezerler. Sık sık düğünlerde çalarlar. Geçimlerini de böyle sağlarlar. Bir de Yahudiler var. İkinci tapınağın yıkılışı, Yahudi kültüründe ve inanışında çokça yer işgal eder. Alevilikteki mateme, Kerbela’ya benzer. Seküler müziğe şüpheyle bakan Semitik gözler, tapınağın yıkılışı sonrası dini müziği bile men ederler. Bu yasağın kalktığı iki istisna vardır; biri düğün öteki Purim (Purim'e Yahudi Halloween'i diyelim). Düğünlerde ve purimde çalan müzisyenlere badchonim denir. Yidçe’de badchen (בּדחן) diyorlar. Bir de centiller için (Yahudi olmayanlara centil denir) müzik yapan Yahudiler vardır. Onlara da klezmorim derler. Günümüzde bir müzik janrını ifade etmek için kullanılsa da klezmer, Yahudi çalgıcılardan oluşan orkestralara verilen isimdi. Bunların işlevi Orta Çağ’daki troubadourlara benzer biraz. Troubadour 11 ve 13. yüzyıllar arasındaki Avrupalı gezgin halk ozanlarına verilen isim. Kabaca tarifi bu. Haçlı Seferleri’nin olduğu tarihe denk geliyor dikkat ettiyseniz. Savaş demek sadece ölüm, yıkım, güç dengesi vesaire demek değildir. Savaş aynı zamanda bir temas, kültür alışverişidir. Haçlı Seferleri de Doğu-Batı arasında uzun zamandır kopuk olan teması ve alışverişi sağlamıştır. Troubadourlar da bu kültür alışverişinin müzik kısmında çalışan çarklarıdırlar. Onlarla beraber Batı’ya taşınan Doğu ezgileriyle, Avrupa’da yeni sanat (Ars Nova) peydah olmuştur. Klezmer de böyledir. Balkan müziklerini Fas müziğiyle; Osmanlı müziğini İspanyol müziğiyle buluşturmuştur. Tabii bu müzisyenler de göçebedirler. Aslında tam olarak göçebe değiller fakat fazlasıyla mobiller. Göçebelik başka bir şey. Göçebe medeni değildir bir kere. Yahudi cemaati ise her zaman medeni olmuştur. Şehirli göçebe diyelim hadi. Neyse. Yahudi müzisyenler Avrupa ve Yakındoğu’da epey yaygındırlar. Adam Wolf’un 19. yüzyılda yayınladığı kroniklere göre İstanbul’da sur içinde bile 500’den fazla Yahudi müzisyen varmış. Bu orkestralarda kadın müzisyenler de var. Öyle revaçtalar ki işin tüm kaymağını bunlar yiyorlar. Böyle olunca da hemen devletler işe koyuluyor, abuk subuk yasalar çıkarıyorlar ya da vergiler koyuyorlar. Bu da yetmeyince 17. yüzyıl Avrupa’sında “yerel birimin izni olmadan çalamazsın” demeye başlıyorlar. Hatta kendi düğünlerinde ve bayramlarında çalmaktan bile men ediyorlar insanları. İşin garibi Yahudi cemaatinin ruhbanları bu karara pek muhalefet etmiyorlar. "İkinci tapınak yıkılmış, bazı tatsız şeyler yaşanmış, siz hala goygoy, şamata peşindesiniz..." falan, filan.. Fakat tabii ki böylesi keyfi yasaklar hiçbir zaman karşılık bulmazlar ve delinirler. Bu da öyle olmuş. Bizim memlekette de abdallar vardır değil mi? Türk mü yoksa çingene midir abdallar? Bilmiyorum. Fernand Grenard bu sorunun cevabına ilk kafa yoranlardan biri. “Luli çingenesi olabilir bunlar” demiş. Bir çok başka isim de “yok canım bunlar Türkmen” falan demiş. Bu soruya verilecek cevabın yazıma katkısı olmayacak. O yüzden çok kurcalamıyorum. Önemli olan şu; bunlar da tıpkı klezmorim ve lăutariler gibi ekseriyetle konar göçerdirler ve toplumda itibar görmez, hakir görülürler. Anadolu’da her meslek grubunun bir piri vardır. Mesela hekimlerin piri Lokman’dır. Berberlerin piri Selman-ı Pak, dokumacıların Şit, demircilerin Davud, marangozların Habib Neccar vs. vs. Müzisyenlerin? Yoktur tabii ki. Dünyanın hemen hemen her yerinde bu yüzden profesyonel halk müzisyenleri ya azınlık milletten, ya mülteciden ya da göçebeden çıkar. Abdallar da bu yüzden ehl-i sünnet değillerdir. Sadede geleyim; profesyonel halk müzisyenleri mensubu oldukları cemaat içerisinde saygı görseler de kendi cemaatleri dışındaki halk tarafından hor görülürler. Yaptıkları iş ne meslek ne de sanat olarak kabul edilir. Fakat parasızlık, profesyonel halk müzisyenleri için de bir sorunmuş gibi durmuyor. Herkes kadar iyi yahut kötü haldeler.
Son paragrafta amatör halk müzisyenlerine geldi nihayet sıra. Baştan şunu söyleyeyim; amatör halk müzisyenliği bir meslek değildir. Hiçbir zaman da meslek olarak görülmemiştir. Çünkü usta-çırak tedrisatından geçmemiştir bu müzisyenler. Eğitimsizdirler. Üstelik rızıklarını da müzikten kazanmazlar. Bu insanlar müziğe yatkınlığı olan fakat hevesleri taşkın olmayan kimselerdir. Leğeni ters çevirir tef yaparlar, kaşık çalarlar, iptidai kimi aletler tıngırdatırlar. Bu onlar için vazgeçilebilecek bir bagajdır. “Yasak kardeşim çalma” derse bir gün ekabir, çalmazlar. Haliyle günümüz müzisyenleriyle aynı dertlerden muzdarip değillerdir. Her birinin muhakkak başka ve asıl bir mesleği vardır. İşte böyle. Gelecek yazıda da günümüz müzisyenlerinin ahvalini konuşur, bu faslı bitiririz.
Sevgiler.