Şu isimle ilgili kimsenin yazacak bir şeyi yokmuş demek. Sadece bizde değil dünyanın başka yerlerinde de böyledir bu. Önemli isimler/eserler ya da klasikler hakkında herkesin malumatı vardır. Daha fenası herkes malumat sahibi olduğunu gösterme telaşındadır. Aptal görünme korkusu. "Bilmiyorum" demeyi öğrenmek zordur. Lisans eğitiminin (öğrenimi değil) asli hedefi bu olmalıdır. “Bilmiyorum” demeyi öğrenemeyen diploma alamamalı. Lisans eğitimi ciddiyetini bütünüyle kaybetti. Hiç olmazsa doktora bunu verebilmeli. Sessiz kalmaktansa künyedeki sıkıcı bilgileri tekrar etmek tercih edilmiş, amplifikasyon refleks halini almış.
Ben bu başlık altına niçin yazıyorum? Yazmadan evvel genelde hedef tayin ederim. Amacım bunu okuyanları Necil Kazım Akses dinlemeye teşvik etmek. Benden önceki yazıların herhangi birinin Necil Kazım Akses'i dinlemeye veya tanımaya teşvik ettiğini sanmıyorum. Neden tanımalıyız Necil Kazım Akses'i? (Hitap ettiğim kitlenin ekseriyetinin müzikle pek yakından ilgilendiği varsayımıyla yazıyorum) Çünkü memlekette sanat olan müziğin kökleri buralardadır. Köklerini tanıman gerekir. Tanımak için de evvela köklerin olduğunu fark etmek gerekir. Ağacı odundan ayıran budur. İyi dinleyici, iyi müzisyen, iyi sanatçı olmanın ilk adımı hiyerarşiyi öğrenmektir. Askeriyede de böyledir bu. Önce rütbeleri öğrenirsin, yerini tayin edersin. Modası bir türlü geçmeyen romantik isyan fikrine gereğinden fazla önem veriliyor. Bunu birey olmanın yolu görmek hem kolaycılıktır hem aptallık. Unutmayın kişi ancak toplum içinde birey olabilir (kulağa slogan gibi gelen bu cümleyi hemen yutmayın ama hemen tükürmeyin de; öğütmeye çalışın). Toplum dediğiniz şey ise miras alınmış bir biçimler sistemidir. Hiyerarşisiz sistem olmaz. Necil Kazım Akses bu hiyerarşinin tepelerindeki isimlerdendir.
Üretken bir adamdır. Her eseri aynı değerde değildir elbet. Kolay ama lezzetli bir lokmayla başlayalım: Dağlar. Şostakoviç'in kıymeti hiç bilinmemiş oratoryosundan bir bölümü hatırlatıyor: Ormanların Şarkısı (Песнь о лесах), bölüm III (Geçmişin Hatırası - Воспоминание о прошлом). Stalin'in siparişidir.1950'deki Stalin ödülünü kazandığı için tukaka olmalı. Dağlar'da tarif edilen duyguyu günümüzde canlandırmak çok zor. Parçanın işçiliğini falan bir tarafa bırakın ve o döneme has olan -hatta o döneme ve yalnızca Rusya'ya ve öğrencisi Ankara'ya has olan- bu tuhaf duyguyu hissetmeye çalışın. Sonraki öğün minyatürler. Ne kadar ham, toy bir müzik. Kuvvetli melodi taslakları duyuluyor ara sıra. Bu fikirler maharetli bir bestecinin elinde çok değerli bir ürüne dönüşebilirdi. Nitekim öyle de olmuş: Piyano İçin On Parça. 30 sene içinde aynı nüveden neler çıktığını görün. Bilhassa serinin 8. parçası (andante) gizli bir hazinedir. Büyük yapıtları arasında sayılan Viyola Konçertosu ise kuru gürültüdür bana kalırsa. Belki de ben hikmetini anlayamadım. Düğümü serimi güç okunan, doruğu olmayan ses yığınından başka bir şey duyamıyorum. Aynı şeyleri senfonileri için de söyleyebilirim. Çok övgüye mazhar olan Bir Divandan Gazel, döneminin sesidir. Rastlamsallığın müziğe de bulaştığı yıllar. Bir deneme, arayış bakımından değerli olabilir fakat günümüz için tedavülden kalkmış para kadardır kıymeti. Koleksiyona katar, eşe dosta gösterebilirsin ancak. Başka işe yaramaz. Son olarak yaylı çalgılar dörtlülerinden bahsedeceğim. Bela Bartok'un yaylı çalgılar dörtlüleriyle kıyaslanacak düzeyde parlak eserlerdir. Ne yazık ki hiç kıymeti bilinmemiş, tetkik edilmemişlerdir. Ne repertuarlarda yer bulabilirler ne de konservatuarlarımızda analiz edilirler. Dinlemek isteseniz Spotify'da bile bulamazsınız. Yıllar evvel Yücelen Yaylı Dörtlüsü seslendirmiş, Hungaroton etiketiyle çıkmış. Onu da ara ki bulasın. Bunda dinleyicilerden çok müzisyenlerin ve akademisyenlerin payı vardır. Dinleyicinin payı vardır çünkü bizim memleketin müşterisi uyuşuk bir kanaatkarlıktan muzdariptir. Önüne ne konursa onu yer, onu da mızmızlanarak yer. Bu mızmızlanmaları gevelemeden, mırıltıdan öteye gitmez. Bu yüzden Gaye Su Akyol'a, İlhan Erşahin'e, Bülent Ortaçgil'e layıktır. Müzisyenlerimiz ise kendilerini zorlayacak talebi, arzuyu -ya da onları zorlayacak her neyse onu- kendileri dışında bir yerden beklerler. Demek kendileri bu cevherden yoksunlar. Yazık. Bir zamandır bu sorumlulukla yazmaya başladım. Ceylan Ertem'den, Kaan Boşnak'tan, Nisan Ak'tan şikayet etmeyi, onları yermeyi, sahtelikleri üzerine konuşmayı da sorumluluğum olarak görüyorum. Fakat gayesi 'sanat' olan bir avuç insanı da anmak gerektiğini anladım. Kıçımı küçük taşla silince elim bok oluyor. Her neyse, ben Necil Kazım Akses'e döneyim. Yaylı çalgılar dörtlülerinin kıymetinden bahsettim. Bir tanesi üzerinde duralım. İlkini seçtim. Eserin ikinci bölümünü tetkik edelim. Başlığı allegretto – andante quasi adagio. İkinci bölüm iki bölümden oluşuyor. İyi bir dinleyici olmak istiyorsanız çalışmalı, kendinizi zorlamalı ve anlamaya gayret etmelisiniz. Tüm bölüm 130 ölçüdür. Elinizde nota yoksa takip edemeyeceğinizi biliyorum. Ölçüyü kılavuz olsun diye verdim. 1-32 ölçüleri arası bir parça, 32-130 arası başka bir parçadır. Şimdi bu ayrımı duymaya çalışınız. İkinci bölümün ikinci parçası bir fügdür. 'Füg'ün ne olduğunu öğrenin. Bahsi geçerse bildiklerimi anlatırım başka yazıda. Eğer müzisyenseniz füg yazmayı deneyin. Çok eğiticidir. Yazdığınız şeylerin yavanlığı karşısında şaşıracaksınız ve daha önce burun kıvırdığınız pek çok parçayı hayranlıkla dinleyeceksiniz. Emin olun. Eski bir teknik olan fügle yepyeni bir dil yaratmış Necil Kazım Akses. Geçtiğimiz yüzyılda bu teknikle yazılan ve yeni sözler söyleyen pek çok muazzam eser vardır. Britten'in Op.29'u ve Sorabji'nin KSS 25'i numune olarak görülebilir. Necil Kazım Akses'in fügü de bunlardan aşağı kalmaz. Hem müthiş bir işçilik hem zengin bir dağarcık. Dikkatle dinlerseniz 90. ölçüde ikinci bir füg daha başladığını fark edeceksiniz. Bu çok zengin bölümde hem saba hem bestenigar duyulur ve hiçbiri sakil durmaz.
İyi dinleyiciler benim burun kıvırdığım ya da hayranlık duyduğum bu müzikleri ciddiyetle dinlemeli, incelemeli, tanımalılar. Daha meraklı olanlara dinledikleri müziklerin notalarına da ulaşmalarını öneririm. Bu pek kolay olmayacak.