Ne yalan, ismini bile duymamıştım Nilüfer Akdoğu'nun. Allah affetsin. Bir yerde denk geldim, "Aristo'ya İnat" yazıyordu. "Siktiriboktan bir şeydir kesin" diye geçti içimden. Açtım ilk şarkıyı, vibrafon mu o? Vay be. Can Tutuğ çalmıyor, o kesin. O zaman Alp'tir. Böyle kendi kendime "körleme" oynamaya bayılırım. Davulu Turgut Alp Bekoğlu çalmış. Şaşırdım. Çalışı hemen kendini ele verir aslında ama başka biri gibi çalmış. Böyle kendi kendime mıy mıy akıl yürütürken şu kanaate vardım; bu iyi bir albüm. Evet, öyle. İkinci kere dinlemem muhtemelen ama iyi bir albüm. Niye ikinci kere dinlemediğimi yazının sonunda açıklarım. Şimdi niye "iyi" bir albüm olduğunu açıklayacağım. Bir kere kadın şarkı yazmayı biliyor. Şarkı yazarlığı kolay iş değildir. Nihayetinde bir anlatı bu. Başı, sonu; düğümü serimi falan olacak. Teknik bir tarafı var yani. Türkçe caz şarkısı bestelemek ise hakikaten çok zor iştir. Dinleyicilerin besteci adına utandıkları şeyler duyduk çoğunlukla. Önder Focan'ın evliliklerinin 25. yılı hatırına sevgili eşi Zuhal Focan için yazdığı parça bir utanç abidesidir. Bu şarkının teknik açıdan kusursuz olması ne yazık ki onu saplandığı bataklıktan kurtarmaya yetmiyor. Sözleriyle, melodik yapısıyla ve her şeyiyle o kadar sahte, o kadar yapay ki ...
"Yirmi beş güzel yıl bir gün gibi geldi bana
Yirmi beş mutlu yıl bir düş gibi tatlı geldi bana
Birlikte olmak, aşkı paylaşmak, saygılı olmak da mümkün
Yıllarca işte böyle bir arada yaşamak için"
Abi bu ne? Deli misin sen? İnsan 25 yıllık eşiyle böyle mi konuşur? 25 yıl evli kalan hangi insan "yirmi beş mutlu yıl bir düş gibi tatlı geldi bana" diye geçirir aklından? Evliliğinden memnun olabilir de yani bu laflarla mı ifade eder? Laflar, içerik, anlatılan şey o kadar boş, o kadar sahte ki; bu sahtelikten nasıl esaslı müzik çıksın? Kral Şakir'in şarkılarını çok daha içten bulduğumu söylemem gerek. Nilüfer Hanım böyle saçmalıklara hiç bulaşmamış. Mesela işte ilk şarkıda diyor ki kabaca; "bazen biraz durup dinlenmek lazım" falan filan. Müzik de bu mesajla gayet uyumlu. Sakin, uslu bir müzik. Veya bir Ayrılık Hikayesi. Nefis. Şahane bir şarkı. Türk "Real Book"'u olur mu acaba bir gün diye düşünmüştüm bir gün? Ahbaplarla şöyle bir zihnimizi yokladık, ı ıh. Çok zor. Sözlü şarkılardan en fazla 3-4 tane nitelikli şarkı var. Bülent Ortaçgil'in Yağmur'u, Özdemir Erdoğan'ın Ayşelere Gel'i, Ölü Gözüyle İzlenimler'i, Emin Fındıkoğlu'nun Senler'i vs. vs. gerçekten az. Aristo'ya İnat albümünden Türk Real Book'una banko üç şarkı yazardım; Bazen, Bir Ayrılık Hikayesi, Ortadoğu'ya Tango. Albümü niye iyi bulduğumu izah etmiş oldum. Bir de şeyi yazacaktım; neden bir daha dinlemem bu albümü. Aslında benim bir daha dinleyip dinlemediğimin tabii ki hiçbir önemi yok. Çok öznel olan bir şeyden bahsedeceğim. Bir daha dinlemem çünkü ben çok müzik dinledim. Salatalık doğrarken, bulaşık yıkarken dinlediklerimi saymıyorum. İş edinip, pürdikkat dinlediklerimden bahsediyorum. Tetkik ederek, deşifre etmeye çalışarak falan. Dolayısıyla ben bu müziği tanıyorum, öğrendim, biliyorum. Çok başka bir şey olmalı ya da bana çok içten gelen bir şey yakalamalıyım ki "hasiktir o neydi" diyeyim, bir daha bir daha dinleyeyim. Bu albümde bunlar yok. Ben bulamadım varsa da. Doğaçlama icraları caz müziğinde en çok ilgimi çeken kısım. Orada da bir fevkaladelik yoktu. Ama on sene önce denk gelseydim bu albüme herhalde dinlerdim 3-5 kez. Durum bu. Uzun lafın kısası; Türk Cazı için önemli bir albüm bu. Böyle düşünüyorum. Muhakkak Bova'ya, Nardis'e ya da neresi münasipse oraya davet edilmeli. Mutlaka dinleyiciyle buluşturulması gereken bir müzik. Dinleyiciyle kurulacak temasın Nilüfer Hanım'ı çok besleyeceğini düşünüyorum.