Kabiliyetin, erdemin ve hatta bazen dehanın bile “iyi müzik” yapmaya yetmediğinin canlı ve taze numunelerinden biridir. 2000’lerin başından bu yana pek çok kez canlı dinleme fırsatım oldu. Eskiden taşkınlıklarını hayranlıkla izlerdim sonra muzip bulmaya başladım. Artık kabak tadı veriyor. Hudutsuz bir yeteneği ve gücü var. Gençlik, sıradan fanilerin hayatta bir kez tattığı coşkun bir duyguyken, böylesi üstün yeteneklere genç olmak ömür boyu bahşedilmiş gibidir. Bitmeyen gençlik fikrinde rahatsız edici, şımarık bir yan var. Böylesi yetenekler savruk özgürlükleri ve lakaytlıkları nedeniyle iyi işçilikten de yoksundurlar çoğu zaman. Kendilerine bahşedilen hüneri hoyratça çar çur ederler. Lord Byron, Mike Tyson, Eugene Fodor, Batuhan Karadeniz :) … Şımarıklık denir galiba buna. Şımarıklık nedir diye düşünüp TDK’nın sözlüğüne bakalım.
Şımarık: Şımarmış, şımartılmış kimse
Şımarıklık: Şımarık olma durumu
Vallahi şaka gibi. Ülkenin 90 senelik kurumunun lakaytlığına bakar mısınız? Şımarıklığın ne demek olduğunu yazmamak için top çevirip durmuş dangalaklar ya. Lehçe-i Osmani’de, Kamus-i Türki’de falan kısa kısa izahlar var. Haddini aşmak, azmak vs. Bir taşkınlıktan bahsediyorlar yani. Kabına sığamama, sınırı ihlal etme hali. Fakat bu şımarıklığı tam karşılamıyor. Hülya Avşar mesela. Şımarıklığın vücut bulmuş hali adeta. Bizi rahatsız eden onun sınır tanımazlığı veya arsızlığı mı sade? Hayır. Rahatsızlıktan öte, adeta tiksinti uyandıran şey ondaki basiretsizliktir. Basirete psikoloji jargonunda insight diyorlar. İçgörü diye Türkçeleştirdiler. Yani kadın ne kadar mütecaviz ve sevimsiz olduğunun katiyen farkında değil. Farkında olsaydı şımarık değil küstah olurdu. Çocuk da kendisini dışarıdan göremez ama onun basiretsizliği toyluğunu tamamlayan bir süs gibi sevimlidir. Hasat zamanı geçmiş birindeyse can sıkıcı, buruk bir hamlıktır. Öyleyse şımarıklık basiretsiz bir kimsenin, olgunlaşmamış kişiliğini bize dayatmasıdır. Oğuz Aksaç’ın da biricik fakat büyük kusuru budur. Kendisini canlı dinleme fırsatı bulanlar beni daha iyi anlayacaklar.
Sahnedeyken yerinde durmayan, aranağmelere bile dahil olmaya çalışan, boşluğa tahammül edemeyen, her cümlede ölçüden sarkan, sürekli bir oktav aşağı bir oktav yukarı sekerek varlığını dayatan, çok mahir, gürültücü bir müzisyendir. Albüm kayıtlarında görece daha sakinidir ama hem seçtiği türküler hem de olur verdiği düzenlemeler yeteneğinin ve görgüsünün o kadar altındadır ki dinleyicide keşif arzusu uyandırmaz. Albümleri, türküleri funk altyapılara meze ettiği, canına okuduğu facialar yekünü gibidir. Elektronik davullar, klavyeden çalınan yaylılar, korkunç gitar partisyonları… İlk kez Hamza Şenses’in okuduğu bir uzun hava vardır; Aşkın ne derin yareler açtı. İnsanın içini ezen, çok dokunaklı bir uzun havadır. Dinleyin lütfen.
Bir de Oğuz Aksaç’ın okuduğunu dinleyin kurban olayım. Vallahi kepazelik. Dahası herifin öyle güzel sesi, öyle kusursuz bir tekniği var ki; bunun zayi oluşunu izliyorsun. Düzenlemeyi Feyyaz Kuruş’a yaptırsan bile bu kadar rezil olmazsın yemin ederim.
Hemen her albümünde görürsün bu çiğliği. Güzelim köylerdeki ciklet pembesi çanak antenli müstakil evler gibi. Ortalama dinleyicinin alelade duygularına hitap eden, yormayan, tekerlek izinden giden, tasasız şeyler hepsi de. İşin tuhafı adamın tüm taşkınlığına ve şımarıklığına rağmen nasihat dinleyen, uysal bir tarafı da var. Mehmet Erenler gibi bir usta çekse keşke kulağını, “Oğuz” dese, “oğlum sen ne yapıyorsun?” . Sanıyorum lazım olan bir kılavuzun nasihati. Allah ıslah etsin diyelim ve dileyelim ki tez zamanda hidayet nasip olsun.
Oğuz Abi'nin basireti arsa ve gayrimenkul yatırım üzerine çalışıyor :)
İmza atıyorum.