Tolga Tüzün albümü Phoenix’i çıkaralı neredeyse bir ay oluyor. "Yengecim" demişler, "albüm hakkındaki efkarınız nedir?" Sıcağı sıcağına yazmayı severim. Binniyet kuruldum, dinledim. I ıh. İnanır mısınız, hiçbir düşünce kıyam etmedi. Eh, bazan böyle olur. Ben de erteledim yazmayı. Sonra bir kerre daha dinledim. I ıh. Yok. Nasıl söylesem, anlayamıyorum müziği. Anlamadığım gibi ünsiyet de kuramıyorum. Anlamadığın şeyle ünsiyet kurulur mu? Kurulur. Bak mesela Kırgızca bir destan. Üç-beş kelime dışında aşina olduğum hiçbir şey yok. Anlamıyorum yani. Fakat hazırolda dinliyor insan. gırtlağından yakalıyor seni. İşte böyle. Son kez bu sabah dinledim albümü. İnat bu ya. Tek bir çağrışım bile yapmadı müzik bende. Sıfır. Nasıl olur? Bu hissi bir kez daha yaşadığımı hatırlıyorum. Hayli zaman oluyor. Hırçınım, mağrurum, her şeye kafa tutuyorum; Schubert'e, Coleman'a, Kaynak'a burun kıvırıyorum. Ne bileyim; Tom Cora, Charles Ives, Ahmed Avni Konuk dinliyor; -Allah affetsin- Palahniuk, Henry Miller falan okuyorum. Neyse, biliyorsunuz entelektüelin besmelesi Adorno'dur. Zor metinler, çetrefilli müzikler bizim işimiz ya hani; aldım okudum: Essays on music. Türkçesi de var; Müzik Yazıları diye. Okurluğum hakkında fikir vermek için şunu söyleyeyim; yedi ciltlik Kayıp Zamanın İzinde'yi hiç mızmızlanmadan hatta büyük bir iştahla bitirmiştim. Erol Şadi'nin Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti Yargılamaları'nı, E.P. Thompson'un İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu kitabını bile hevesle okudum ama inanın Adorno'nun kitabı fevkattahammül bir şey ya. Şunu gönül ferahlığı ile söyleyebilirim ki Adorno berbat bir yazar. Böylesi kuru, plastik bir dille ne anlatırsan anlat faydasız. Başka kitaplarını bilmem. Okumadım. Fakat bu böyle. Efendim kitabı güç bela yarıladıktan sonra kenara koydum ve Adorno'nun müziklerini açtım. Aynı dehşet; anlamıyorum! Anlamamak değil dokunamamak koyuyor. Nasıl tarif edilir bilmem; sadece boşluk. Sessiz, tatsız, kokusuz... Aradan yıllar geçti, bugün bir kez daha dinledim. Değişen hiçbir şey yok. Kuş sesi, yaprak hışırtısı, çocuk ağlaması, Khmerce şiir gibi değil; printer'ın, birbirine sürtünen metalin sesi gibi. Kavraması güç bir teknik, vakıf olmadığım bir teknoloji sanki bu müzik. İşte bu albümün bendeki karşılığı bu. Onca insanın emeği var; Sarp Maden, Volkan Öktem, Özgün Tuncer, Engin Recepoğulları, Alper Yılmaz, Emre Malikler vs. vs. bunlar iyi müzisyenler. Bir araya getirmek bile başlı başına iş. Kompozisyonlar da fevkalade kazık. Bestelemesi ayrı iş, çalması ayrı iş, ses mühendisliği ayrı iş. Adorno'un müzikleri de böyle. Fakat ortaya çıkan şeyde en ufak bir sıcaklık, sevimlilik, insancıllık yok. Belki garip gelecek ama aynı şeyi klimaya, ipad'e, mikrodalga fırına falan bakarken de hissediyorum. Bu aletlerin nasıl çalıştığını bilmiyorum, anlayamıyorum. internete girip bakıyorum, hmm hmm diye okuyorum ama ı ıh, olmuyor. Düşün, uyandın baktın ki insanlığın ürettiği tüm teknoloji yok olmuş. Tüm mahalle eşrafı toplanalım, ne kadar sürer klima yapmamız? Becerebilir miyiz? Ama su değirmeni öyle mi? Yabana atılır şey de değildir ha su değirmeni. Onlarca, yüzlerce insanın işini yapan bir şeydir. Ona bakınca mekanizmasını anlarsın, aklına yatar. Yapması kolay değildir belki ama uğraşırsan çözersin. Bu yüzden su değirmeninde bir sıcaklık, insancıllık vardır. Aynını mikrodalga fırına baktığında hissetmezsin. İşte Tolga Tüzün'ün albümü de böyle; "uzman müziği". Teknik, kitle insanını doğurur. Bu cümleyi okuduktan sonra biraz düşünün n'olur; ne demek istedim? Kitle ile kastım ayaktakımı değil. Ayaktakımı da kitle olabilir ama uzmanlar topluluğu da kitledir. Daha önceden yazmıştım; cemaat ve topluluk aynı şey değil diye. Topluluk veya kitle alelade bir birlikteliktir. Mesela şoförler ve esnaf odası üyeleri bir cemaat değildir. Ortak noktaları şoför olmalarıdır. Eğer onları bir araya getiren şey ortak bir duygu olsaydı cemaat oluştururlardı. Teknik, tekniğin gelişimi uzmanlaşmayla altın çağını yaşıyor. Uzmanlaşmanın sirayet etmediği saha yok gibi; tıp, mühendislik, müzik, antropoloji falan filan... "Kültür"ün yerini "uzmanlık" aldı. Uygarlığımızın yarattığı uzman, dışa sıkı sıkıya kapalı, tatmini ona çizilen sınırlar içerisinde arayan bir insan. Bu yüzden de alanı dışında çırılçıplak, saf bir insan. Nosofobi ile baş etmek için tüm dünyayı evine hapsetmek, insanların geçim kaynaklarını yok etmek, seyahati yasaklamak, yaşlıları yalnızlığa terk etmek... Bu kadar aptalca çözümleri ancak bir uzman topluluğu akıl edebilirdi. İşte bu "teknik müzik" de klima gibi, 3d printer gibi, bir cemaate değil kitleye hitap eder; uzman kitlesine.
Her neyse, Tolga Tüzün'ün müziği de Adorno'nun müziği gibi kavraması güç bir tekniğin üzerine, uzmanlarca inşa edilmiş ve uzmanlara yazılmış bir müzik. Mikrodalga fırın gibi, gamma knife gibi hayranlık uyandırıcı, anlaşılmaz, soğuk, mekanik. Kültürle değil teknikle yoğrulmuş, hazmı imkansız bir hamur. Söyleyeceklerim bu kadar.