Mauthausen, toplama kamplarının en büyüklerinden biri. Avusturya’nın kuzeyindeki Linz şehrinde yer alıyor. Burası sadece bir infaz ve işkence yeri değil, büyük bir kompleks. Taş ocakları, mühimmat fabrikaları, madenler, uçak montajı vs. vs. gibi bir sürü kompartmandan oluşuyor. İş gücünün tamamına yakınını tutsaklar oluşturuyor tabii. Sonra da malumunuz, öldürülüyorlar. Kampta sadece Yahudiler yok. Hatta Yahudiler bu kampta azınlıktalar. Burada “iç mihraklar” çoğunlukta. Eşcinseller, komünistler, anarşistler, Yehova Şahitleri (Hitler’e bağlılık yemini etmeyi reddettikleri için), çingeneler, Polonya’nın ekabir takımı, Yugoslav partizanlar, Sovyet savaş esirleri ve Franco karşıtı cumhuriyetçi İspanyollar. Bu kamptan kurtulmayı başaran isimlerden biri de Enric Marco.
İsmi ilk kez 1978 yılında Eduardo Pons Prades ve Mariano Constante’nin hazırladığı bir kitapta geçer. Kitabın başlığı Españoles en los campos de exterminio nazis [Komutanın domuzları. Nazi ölüm kamplarındaki İspanyollar]. İnternette bulmak kolay. Mauthausen Toplama Kampı’ndaki 6448 numaralı tutsak olan Enric Marco, bolca İspanyol İç Savaşı hakkında malumat verir. Şanlı direnişlerini anlatır. Toplama kampları hakkında verdiği bilgiler ise pek merak uyandıran cinste şeyler değil. Detay yok. “Beni sürekli bir kamptan ötekine gönderiyorlardı, o yüzden oradaki diğer insanlarla tanışma fırsatı bulamadım […] Flossenbürg Kampı’nda bir hücrede sekiz ayımı geçirdim. Korkunç bir tecritti. Hücremde gece gündüz açık duran ışığa şükürler olsun ki orada bulunan bir Protestan İncilinden Almanca öğrendim […] 1945’in Mayıs ayında Kanadalı askerler tarafından kurtarıldım…” Sonra yıllar içerisinde gitgide artan bir şöhrete kavuşur. Üç yıl boyunca, kamptan kurtulan İspanyolların kurmuş olduğu Amical de Mauthausen’de yöneticilik yapar. Konferanslar, mülakatlar ve yeni demeçlerle şöhreti semirir: “SS’ler bize ders vermek istedikleri zaman 25 kişilik grubumuzdan 1 kişiyi seçer, gözlerimiz önünde öldürürlerdi. O günlerden birinde subaylardan birinin işaret parmağı beni gösterdi. Ona etkileyici bir bakışla gülümsedim. Bana “Spanisch, an einem anderen Tag” - “İspanyol, başka bir gün” dedi ve arkasını dönüp gitti.” Şöhreti öyle büyür ki 2001 yılında Katalan devleti tarafından en yüksek sivil nişan olan Creu de Sant Jordi ile mükafatlandırılır. Çünkü İç Savaş’ta Franco’ya karşı savaşmış, savaş bitince de gizlice Fransa’ya kaçmış fakat orada Gestapo’ya enselenip aylarca hapishanede çile çekmiş. Sonra? Sonra Nemesis’i ile tanışır: Benito Bermejo. Tarihçi. Benito, Enric’in anlattığı hikayenin sahte olabileceğini sezmiş, ardına düşmüş ve hikayenin gerçeğe daha yakın bir versiyonunu inşa etmiş. “Çok fazla büyümüş, kendisiyle bağdaşmayan bir konum edinmiş, her an patlayabilecek olan balonun” sönüş hikayesi şöyle:
Enric bir akıl hastanesinde doğmuş. Annesi bu hastanede 30 küsur yıl daha kalmış ve yine orada ölmüş. Babası sol görüşlü hatta anarşist bir işçi. Sevimsiz bir adam olarak hatırlıyor Enric onu. Hiçbir zaman yakın olmamışlar. Daha çok halası ilgilenmiş Enric ile. İşçi ve sol görüşlü bir ailede ve çevrede büyümüş lafın kısası. İç Savaş esnasında direnişçilerle birlikte Franco’ya karşı savaştığı doğru değil. Bazı direnişçilerle mahalleden arkadaşmış, o kadar. Dolayısıyla İç Savaş sonrası İspanya’dan gizlice kaçtığı ve Gestapo’ya enselendiği de doğru değil. Kaçtığı şey Franco değil, ülkedeki yoksulluk. O da herkes gibi savaşı Almanya’nın kazanacağına inanmış ve galip tarafa kapağı atmayı düşünmüş. İşçi olarak gitmiş yani Almanya’ya. Orada hapse girmiş fakat faşistlere karşı olduğu için falan değil. Basit bir disiplinsizlik suçu. Öyle tecrit mecrit de yok ortada. Kısa süre kaldığı hapisten çıkınca bir süre daha oralarda çalışmış, sonra Almanya’nın savaşı kaybedeceğini anlayınca İspanya’ya avdet etmiş. Halbuki kendisi “1946’da İspanya’da illegal mücadeleye yeniden başladım” diye anlatıyordu. Yani kısacası adam her zaman kazananın yanında olmak isteyen, azınlığa değil çoğunluğa mensup biri.
Bu adamın sahtekar olabileceğini düşünen ve bunu sesli dile getiren ilk kişi galiba Benito Bermejo. Enric’in ipliğini pazara çıkaran herif. Yaptığı şey hakikaten cesaret isteyen bir şey. Neden? Çünkü günümüzde mazlumlar sadece mazlum olarak kalmıyorlar. Bir azize, kahramana dönüşüyorlar. Tabii ki tüm mazlumları kast etmiyorum. Heteroseksüel zenciler, beyaz homoseksüeller, beyaz kadınlar, bazı azınlıklar falan. Peter Novick’in The Holocaust diye bir kitabı var. Şahane bir kitap. Soykırımın aşırı sunumunun, insanları aktif suç ortağı olma zahmetinden kurtarıp, pasif suç ortağı olma olanağı sağladığını yazmış. Başkalarının suçlarına üzülmek, kendimizinkine üzülmekten çok daha kolay çünkü. Ve soykırımın aşırı sunumu, soykırım mağdurlarını da aziz mertebesine yükseltiyor. Enric de bu azizlerden biriydi. Cesaretini “kurbanın otoritesinden”, “tanığın itibarından” alıyor. Ondan şüphe etmek ve bu şüpheyi başkalarıyla paylaşmak tam da bu yüzden zındıklığa eşdeğerdi. Bu yüzden cesur buluyorum Benito’yu. Toplama kampından kurtulmayı başaran insanlardan biri olan Elie Wiesel şöyle buyurmuşlar: “Nazi toplama kamplarında olup bitenleri, tarihçilerden ziyade o kampların felaketzedeleri anlatmalıdır. Orada olanları sadece orada olanlar bilirler, orada olmayanlar bilemezler”. Javier Cercas bir roman yazdı geçen senelerde: Sahtekar. Enric’i anlatıyor. Orada az evvelki demeçle ilgili şunu söylüyor:
“Elie Wiesel’in ortaya koyduğu şey bir argüman değil şantajdır. Tanığın şantajı […] Anı ile tarih birbirine zıt şeylerdir. Anı, bireysel, kısmi ve özneldir; buna karşılık tarih, kolektiftir, bütüncül ve nesnel olmayı hedefler. Anı ile tarih, aynı zamanda birbirini tamamlayan şeylerdir. Tarih, anıya anlam katar, anı ise bir araç, bir bileşendir, tarihin parçasıdır. Ama anı bir tarih değildir. Elie Wiesel söylediklerinin yalnızca yarısında haklı. O şeytani deneyin ölçüsüz dehşetini yalnızca onlar biliyorlar ama biliyor olmaları o deneyi anladıkları anlamına gelmez.”
Benito’nun, Enric’in bir düzenbaz olduğunu iddia etmesiyle birlikte pek çok kişi adama çullanırlar. “Enric İspanya’da tarihsel hafızanın iyileştirilmesi hareketinin cisimleşmiş hali olduğu için hedef gösterildi. Amaç İspanya’daki sosyalist harekettir” diyenler, “Enric’i karalayarak şöhret olmak istiyor” diyenler, “Benito tarihçi değil Mossad ajanı” diyenler vs. vs. Enric ne demiş sizce?
“Hayatım boyunca yaptığım tek şey barış, dayanışma, özgürlük, adalet ve toplumsal hafızanın korunması için, tehlikeyi umursamadan, kişisel çıkar gözetmeden, olanca gücümle mücadele ettim. Diğerkam bir insan oldum. Olay patlak verdiğinden beri utanç verici bir dışlanmaya terk edildim. Bir Nazi kampına kapatılmamış olduğum halde kapatıldığımı söylediğim için mi? Olayları biraz değiştirdim o kadar. Aptalca bir hata. Ben Nazilerin eline düştüm. Gerçekten de Gestapo tarafından tutuklandım ve hapis yattım. Evet toplam kampında değil. Bu ikisinin arasında ne fark var? Bu yalanı bencilliğim yüzünden değil cömertliğim yüzünden söyledim. Yaşanan dehşeti göstererek yeni kuşakları eğitmek, hafızasını kaybetmiş bir toplumun tarihsel hafızasını iyileştirmek için yaptım. Bu cezayı hak ediyor muyum? Bana suçlu muamelesi yapılması doğru mu? Cezalandırılması gereken gerçek suçlular yok mu ortada? Kissinger? Bush? Blair? Özür dilemeyi düşünmüyorum. Kötü bir şey yapmadım. Herhangi bir suç işlemedim”
Enric’i epeyce tanımış olduk. O cesaret ve yüce gönüllülükle çarpışan, coşkulu bir idealist değildi. Halkın yani çoğunluğun bir parçasıydı. Rejimin estirdiği terörden sinen, mücadele edecek cesareti tümüyle yitirmiş olan, kendisini hiç de gururlu hissetmeyen hatta belki biraz mahcup hisseden çoğunluğun bir parçasıydı. İç Savaş sonrasında ülkesine illegal mücadeleyi sürdürmek için dönmedi. Sıradan, yavan bir amaç için döndü. Döndükten sonra da felaketten kurtulmak ve iktidardakilerin gadrinden kaçmak için sessiz, gözden ırak bir hayat sürdü. Diğer herkes gibi. Sonra da kendine bir yer edindi. Bu yer İspanyolların buenismo dediği (Almanlar da gutmensch diyor. Bizdeki Cihangir solculuğu), “riyakar ve ağdalı bir duygulsallıkla içi boşaltılmış, duygusal ıvır zıvırla zehirlenmiş, tarihsel bilinçle soslandırılmış” kitsch sol. Gerçeğin bayağılaştırılıp kolay satılır hale getirilmesi anlamında kullanıyorum kitsch’i. Soykırımın aşı sunumu da buenismo gibi kitsch. Görünür duygusallık ve yapay erdemin arkasına gizlenen pasif suç ortaklığı ve hiçbir ahlaki risk üstlenmeden erdemli olabilme kolaylığı. Enric işte bu ihtiyacı karşılamak için vardı.
Mathausen degil Mauthausen.
Teşekkürler