Bu hafta Selen Gülün hakkında yazacağım. Pek lezzetli bir yazı olacağını sanmıyorum fakat kendimi sorumlu hissediyorum çünkü görüyorum ki kariyeri şatafatlı başarıların döküntüleriyle dolu caz müzisyenimiz hakkında derli toplu, dişe dokunur bir eleştiri yazısı yok. Tek tek tüm albümleri hakkında birkaç cümle yazacağım;
[2005] Selen Gülün Just About Jazz Live
Beyaz cazı. Hiç sevmem. Kurt Rosenwinkel veya Esbjörn Svensson Trio albümü dinlerken hissettiklerime benzer şeyler hissettim. Sevimliliği olmayan, buz gibi melodiler ve armoniler. Bana çok "elegant" geliyor. Fakat hakkını da teslim etmek gerek; muvazeneli, kendisine çizilen sınırlardan taşmayan, kusursuz bir iş. Hem şarkılar hem de icra için söylüyorum bunu. Hiçbir soloda, bir an için bile rahatım kaçmadı. Herkes dümen suyunda gidiyor. Kusursuz ama sıkıcı. Hele davulcunun (Jörg Mikula) garanticiliği, çelimsizliği illallah dedirtiyor.
[2006] Sürprizler
Pop-caz denebilir buna sanırım. Caz demeye dilim varmadı. Birkaç akor dışında caza benzer hali yok. Popüler olmadığı, kitleye hitap etmediği de açık. Orta yolu bulayım diye pop-caz dedim. Albüm hakkında uzun uzun yazmayı israf sayarım. Berbat bir albüm. Tutunacak dal, tahammül etmemi kolaylaştıracak siper bulamadım bu müzikte.
[2009] Solo
Solo albümlere bayılırım. Solo timpani bile olsa dinlerim. Tek başına olma hali modası eskimeyen bir kafa tutma biçimi. Selen'in yeteneklerini göstermekte şaşırtıcı derecede tutuk olduğu bir albüm olmuş ne yazık ki. Paul Bley'in Hands On'u da solo piyano albümüdür. İnsan bunu dinlerken yerinde duramaz. Müzik ete kemiğe bürünmüş de dokunuyor, dürtüyor gibidir. Selen bunu başaramamış. Tecessüm edememiş.
Şunu söylemeden geçemeyeceğim; abla o nasıl albüm kapağı?
[2010] Answers
Piyano-davul-bas'tan oluşan trio müziği. İlk albüm hakkında söylediklerimden farklı bir şey söylemeyeceğim. Kusursuz ve sıkıcı. Spontaneous living ve Love takes time eleğin üstünde kalır.
[2013] Başka
Berbat bir albüm. Nasıl desem, dinlerken acı çekiyorsun, utanıyorsun, sıkılıyorsun. Öyle ki işin teknik kısmına falan da odaklanamıyorsun. Kul diye bir şarkı var mesela. Bunu yapmak istemezdim ama yapmaya mecbur hissediyorum; sözlerini yazacağım buraya:
"sevgisiz bir kucakta solan gül oldum
tütmeyen bir ocakta sönen kül oldum
gülmeyen kaderime bitmez yol oldum
yalnız tanrı’ya değil kula kul oldum"
Aman yarabbi. Bunu en son Can Ozan’a yapmıştım. Yazdıklarımı okumadan önce şarkıyı muhakkak dinleyin. Şimdi hayal edelim hadi; bu şarkı nasıl bestelenmiştir? Kendinizi Selen'in yerine koyun ve düşünün. Bu şarkının filizi nasıl uyanmış olabilir? Kendi tahminimi paylaşayım; gitarıyla oynarken birkaç akor basmıştır peş peşe (Dmaj7 - Bm7 - A falan ) ve "hmm" demiştir, "fena duyulmuyor". Sonra bu iki akorun ardına bir B bölümü eklemiştir. Sürprizi nerede bunun? Sürpriz yok. O zaman gamı re majör'den si bemol majör'e kaydıralım: "Gülmeyen kaderime..." ve sonra tekrar re majör`e dönelim ("...kula kul oldum"). Sözlere de bunun bir izdüşümünü ekledik mi bu iş tamam. Ne diyelim? "Gül oldum", "kül oldum", başka ne olabilir? Pul olmaz, çul olmaz, kıl olmaz onu Tarkan söylemişti. Kul? Hah, bak o olur. "Kul oldum". Tamaaam. 30'lu yaşların başında o zamanlar Selen. Muhtemelen o da akranları gibi Bülent Ortaçgil batağından kurtaramamış kendini. Olabilir. Gençliğin hesapsız kabahatleri olmalı. Böyle ölçülü oldu mu can sıkıyor. Her neyse, albümle ilgili diyeceğimi demek için bu şarkıyı kum torbası olarak seçtim. Yeterince vurdum, sadede geleyim; songwriting dersinin bitirme ödevi olsaydı geçer not verirdim fakat bu kaydı başkalarının erişemeyeceği bir yerde saklamasını tembihlerdim.
[2016] Kapı
Dinleyiciye yapılmış bir saygısızlık olarak değerlendirebilirim bu albümü. Son derece vasat bir icra, bayat fikirlerle yoğrulup, şık bir ambalaja konmuş. Bu kadar. Şunu da söylemeden edemeyeceğim; passacaglia diye şarkı yapmışsınız ama şarkı 4/4 zamanlı. Albümdeki üç müzisyen de Berklee mezunu ve biri bile dememiş "yahu 4 zamanlı passacaglia mı olur" diye. Music theory and composition dersine beden öğretmeni mi girdi n'oldu?
[2017] Kadınlar Matinesi
Kariyerinin dip noktası bu albümdür. "Bak ne geldi aklıma; kadın müzisyenler bir araya gelsek, beraber şarkılar yapsak ve kadın kadına çalsak, adına da kadınlar matinesi desek? Nasıl fikir?" Isırganlı prezervatiften sonra duyduğum en kötü fikir.
[2019] Many Faces
Bu albümdeki üç parça (Shiun, Ouhen ve Meimei) serbest doğaçlama. İşte bu beni heyecanlandırır. Serbest doğaçlama müzisyenin er meydanıdır. Shiun ile başlayalım. Kariyeri boyunca kendini zorlamayan, dümen suyundan giden müzisyenlerle çalan Selen, Keisuke Ohta karşısında süngüsünü indirmiş ve hakiki müzik çalmış. Hiç fena bir doğaçlama değil bence. Ouhen ve Meimei için aynısını söyleyemeyeceğim ne yazık ki. Laf kalabalığı. Geri kalan şarkılar ise olsa olsa spa müziği olur.
[2019] Sea By Sea
Single. Çello ve piyano için yazılmış bir parça. Son derece sıkıcı ve kısır bir tasavvur. Selen’in iyi melodiler üretmekte zorlandığını düşünüyorum.
[2020] Yavaş ve [2020] Daha Yavaş
Single. Böyle işler bana Maleviç’in Siyah Kare’sini hatırlatıyor. Beyaz tuval üzerine siyah bir kare. Bu kadar. Aman efendim bu siyah kare nesneler dünyasının hiçlik içerisinde kaybolmasını anlatıyormuş da, “susan hiçliğin sembolü”ymüş de… Bunların hepsi traş. Sanat bağlama ihtiyaç duymaz. Bağlamını kendi yaratır kimi zaman. Bu siyah kare ne bir bağlam üzerinde duruyor ne de kendi bağlamını yaratacak gücü var. Siktiriboktan siyah bir kare işte, o kadar. Bu siktiriboktan karenin anlattığı bir şey yok. Tuvalin yanına yazılan metinde anlarsın bunun ne anlattığını. İşte bu müzik de öyle. Alelade, bağlama tutunmadan taze kalamayacak kadar cılız bir şey bu. Sahte sanat.
[2020] Yollar
Facia. Jehan Barbur, Birsen Tezer, Ceylan Ertem, Bülent Ortaçgil falan filan... Ben bu üsluba, bu mıymıntı tavra katlanamıyorum. Şarkı olarak da "iyi" şarkı değiller. Son derece banaller.
[2021] Tre
Kontrollü serbest doğaçlama denebilir bu albüm için. Selen de aşağı yukarı öyle tarif etmiş zaten. Son 10-15 yıldır daha sık denenir oldu bu yazım. Volkan Ergen’in Hoşnutluk Vadisi Orkestrası da böyle bir fikrin mahsulüdür. O da “şartlanmış olasılık” demiş mesela. Selen’in fikrinde de bu fikirden doğan müzikte de tazeliği, ihtişamı göremedim.
Sonsöz
Selen iyi yürekli, kibar, çalışkan, içten, güler yüzlü, yardımsever ve uysal bir insan. Öyle ki azami düzeydeki saldırganlıktan bile yoksun. Parçalarının hemen hemen tamamının düşük metronomlu olmasının izahı da bu olsa gerek. Hız dediğin şey saldırgan arzunun izidir. Selen’de hız yerine yavaşlık var. Bu uysallık müziğini yavanlaştıran, ihtişamdan yoksun bırakan bir atalet hali gibi. Oysa estetik etikten yücedir. Bu yüzden iyi bir sanatçıdan çok iyi bir öğretmen, iyi bir rehber olmaya istidadı var. TRT 2’nin yeni yayın dönemi için hazırladığı bir program var: Türk Caz Standartları Enstitüsü. Yapımcı müzisyenleri konuk ediyor, program hazırlıyor ve TRT’den bu iş için para alıyor. Fakat müzisyenlere ödeme yapmıyor. Selen de bunun üzerine kendisine sunulan teklifi geri çevirdi ve diğer müzisyenleri de birlik olmaya çağırdı. Çok şık hareket. İşe yaradı gibi görünüyor. Programı eylülün son haftasında yayınlayacaklardı ama hala ortada yok. Ya çalacak müzisyen bulamadılar (bildiğim kadarıyla sadece iki bölüm kaydedebildiler) ya da tepkiden çekindiler. Demek Selen kendini borçlu hissediyor. Borçlu hissetmeyen insan teklifi reddeder geçerdi ama o, diğerlerini de bu yaptığının doğru olduğuna ikna etmeyi tercih etti. Yetinmedi, örgütledi, rehberlik etti. Sevgili dostlarım, bilmelisiniz ki ülkemizin en muzır, en iflah olmaz kesimi memleketin seçkin zümresidir. Buna hiç şüpheniz olmasın. Başka memleketlerde de böyle midir bilmem. Seçkinden kastım; İngilizce okuyabilen, annesi-babası üniversite mezunu, iyi eğitimli insanlardır. Seçkin zümrenin topluma yol göstermek (hizaya sokmak değil!), onların fikir dünyasını şekillendirmek, onlara rehberlik etmek, avamı irşad etmek gibi bir sorumluluğu vardır. Bizim memleketin seçkin zümresinin kahir ekseriyeti ne yazık ki kendini borçlu hissetmiyor. Bilakis toplumdan, devletten, hayattan her şeyden alacaklı hissediyorlar. Edilgen mustaripler ordusu. Selen bu sorumlulukları, kendisini keskinleştirecek bileyi taşı gibi görüp sarılıyor olabilir ama ne yazık ki yanılıyor.
"Seçkin zümrenin topluma yol göstermek (hizaya sokmak değil!), onların fikir dünyasını şekillendirmek, onlara rehberlik etmek, avamı irşad etmek gibi bir sorumluluğu vardır."
bu millete her seyi ogrettik "noblesse oblige"i ogretemedik