Keman müziği, organik müzik, akustik müzik, elektronik müzik...
Bunlar bir müzik ‘tür’ünü tarif etmezler. Müzik, müzikoloji denen bilim dalının çalışma sahasıdır. Böcek bilim değildir, bilimsel de değildir ama entomoloji bir bilimdir. Bilimin de kuralı, jargonu, müktesebatı vardır. Tür dediğin şey de bilimsel bir sınıflamadır. Şimdi şöyle bir sorun var; bizim dilimizde müzik türü ile böcek türü, her ikisi de aynı kelime ile işaret ediliyor: Tür. Oysa İngilizcede iki farklı kelime kullanılır bunlar için. Species biyolojik tasnife atıfta bulunur. Ortak özellikler taşıyan bir grubu tarif eder. Bu grubun üyeleri birbirleri ile çiftleşebilir, verimli döller üretebilirler. Genre diye de bir kelime var değil mi? O da müzik türünü ifade eder mesela. Ara sıra ben Türkçeleştirip "janr" diye yazıyorum. Sebebi bu. Peki neden elektronik müzik diye bir janr olamaz? Çünkü elektronik müzik dediğin şey organik olmayan seslerle yani bilgisayar yahut yazılım, program vs. marifetiyle yapılmış müziktir. Bu bir ortak payda olamaz yoksa Varese ile Birce Kirkova'yı aynı şemsiye altında toplamış oluruz. Öyle saçma şey olmaz. Hakikaten olmaz. Bu iki isim ve müzikleri arasında hiçbir illiyet, ilinti, fikir ortaklığı vesaire yoktur. Apayrı şeylerdir. Buraya bunları söylemeye, "ona öyle demezler" diye ukalalık yapmaya gelmedim. Yazının hedefi başka. Üzerine konuşacağım şeyin ne olduğunu yazmış oldum. Bu kadar.
Elektronik müzik bir janr değildir dediysem de elektronik müzik ile ne kast edildiğini biliyorum. Sizler de biliyorsunuz. 1980 sonrasında Batı'da ve Japonya'da, iktidarla aynı fikirde olmayan, hakim ahlak kurallarına ve dine sırtını dönen, kendisi para kazanmayan ancak ailesinin mirasıyla orta karar bir hayatı sürdürebilen, görece eğitimli insanların gittikleri gece kulüplerinde çalan müzik. Japonya'yı bilhassa ekledim çünkü elektronik müziğin evriminde, gelişiminde, marjinalleşmesinde katkısı çoktur. Bu müzik bir disko müziği değildir. Disko müziğindeki funk, neşe ve organik insan sesini elektronik müzikte duyamazsın. Vocoder'in kullanımı bir kırılma noktasıdır. Vocoder nedir biliyor musunuz? İnsan sesini bir saz gibi kullanmanızı sağlayan aracıdır. Çok kaba bir tarif oldu ama idare edin. Bu neden kırılma noktası? Çünkü disko müziğinde ya da hip hop'ta falan altyapı belki sentetikti ama zeminin üzerinde işlenmemiş bir insan sesi duyulurdu. En fazla reverb falan eklerlerdi. Vocoder ile birlikte organik hiçbir şey kalmamış oldu. Tümüyle sentetik bir müzik yani. Bir de "ambient" var. Ambient music, ambient-house, ambient-dub falan filan... Ambient ne demektir? Sözlüğe bakmadan bir düşünün bakalım. Aklınızda ne canlanıyor? Benim ilk aklıma gelen sarıp sarmalayan, boşluk dolduran bir şey oldu. Üç aşağı beş yukarı böyle bir şeymiş zaten. Peki müzikte ambiyans nasıl olabilir? Bunu sağlayan nedir? Uzayan, sünen bir takım sesler. Püf nokta şu; ambient ritme değil dokuya vurgu yapan şeydir. Bu da ikinci kırılma noktası olsun. Önemli çünkü disko, tekno, hip hop vs. vs. hepsinde vurgu ritmdedir. Tek düze, metronomu 100-150 arasında, 4/4'lük ritmler üzerine kuruludur müzikler. Ambient bunu hedef almış oldu. Şimdilik bu paragraf burada bitsin. Sonra yine aynı yere döneceğim.
Fütürizm hakkında konuşmamız lazım. İnternette bir sürü laf kalabalığı var. Sadeleştirmeye çalışmak faydalı bir entelektüel jimnastik olacak. Geçmişi boyunduruk gibi gören, onu şimdiden ayıklamaya çalışan cüretkar bir yaklaşımdır. Nasıl? Fena olmadı. Aşağı yukarı 100 yıldır şimdinin gerçeği olan sanayi, endüstri bilmem ne sanatın dışında tutuluyor. Günümüzden düşünürsek, pek az romanda veya şiirde instagram kelimesine rastlıyoruz değil mi? Birkaç senedir hemen herkesin, günde en az 1 saat yatırım yaptığı bir şey oysa instagram ama şiirde, şarkıda, romanda yok. Luigi Russolo kimsenin duymak istemediği sesleri kendi müziğine katmış. Siren sesleri, ulumalar, tencere-tava falan... Dinlemeye değer bir şey değilse de üzerinde düşünmeye değer. Neyse o zamanlar bazı aventüryeleri çok heyecanlandırmış bu fikirler. Gürültünün müziğe girişi böyle olmuş işte. Gürültü deyince illa bir John Cage demek lazım: "Bir odada oturmuş müzik dinliyorsan sokaktan gelen sesler gürültü olur, sokaktaki sesleri dinliyorsan da önündeki müzik gürültü olur." Okuyucular bilir, John Cage'i günahım kadar sevmem ama bu söze şapka çıkarmak gerek. Devam edelim; işte küçücük bir kesimi heyecanlandıran, çoğunluğu rahatsız eden bu sesler yavaş yavaş popüler müziğe sirayet ettiler. Evvelki paragrafta bahsi geçen iki kırılmayı (vocoder'in kullanımıyla müziğin tamamen sentetikleşmesi ve ambient ile vurgunun ritmden alınması) gürültüye çıkarılan davetiye olarak görmek gerekir: Glitch !
Sonuna ünlem koymamın bir sebebi var. Glitch "arıza" demektir. Arıza istenmeyen bir şey, bir kazadır. hesapta yoktur. Müzikte istenmeyen şey ne olabilir? Gürültü ! Ünlem John Cage'e atıf yaptığım için. Fakat noise ve glitch farklı şeylerdir. İsminde "noise" olan hiçbir müzik popüler olmamıştır ama glitch 90'larda en popüler elektronik müzik türlerinden biriydi. Ryoji Ikeda'nın albümü +/- sanırım ilk glitch albüm. 1995.
İnsan tüm bu sentetikleşme, geçmişten sıyrılma, ilerleme çabalarına ve vocoder, synth, moog vesaireye rağmen bir kusura vuruluyor. Tüm bu endüstride insanca tek şey kusur gibi duruyor çünkü. Öyle anlaşılıyor ki dinleyicileri başarı kadar -belki başarıdan da çok- etkileyen bir şey varsa o da kusur. Glitch fütürizmin ve avant-garde akımların müzikte işi vardırabileceği son kerte sanki. Gürültünün de ötesinde bir şey. Hesaplanmamış, kazara, tesadüfi gürültü. İşte dinlemeye değmeyecek ama üzerinde düşünülmesi gereken bir şey daha. Vay canına.
insanca gelen tek sey kusurlar derken, bunu ses kaynagi (sentetik/organik enstrümanlar) cercevesinde mi dusunmek yegdir, yoksa daha cok groove, kuantizasyon vs. yönünden mi? organik sesli fakat kuantize edilmis bir sarki yerine, sentetik seslerle fakat "kusurlu/insani" icra edilen eser bana daha gercek gelir. bu ne kadar görecedir?