Whiplash’i izlemişsinizdir. “Rocky’nin davullu olanı”. Andrew buyruk almaya yatkın, manipülasyona açık, genç ve yetenekli bir davulcudur. Günün birinde hasbelkader kendisine konservatuvarda yer bulmuş, müzik gustosundon yoksun, patavatsızlığı dobralık sanan, sadist davul hocası Fletcher ile yolları kesişir. Nihayet Fletcher, harman öküzü gibi sürdüğü öğrencisi Andrew’den bir Duracell ayısı yaratır.
Memleketimizde kapasitesinin her zerresini seferber ederek kendi kendini inşa etmiş bir müzisyen var: İsmet Topçu. Muhakkak duymuşsunuzdur. Duymadıysanız da tanışmanızı öneririm. Egzotik bir hayvan veya uzaylı gibi. Uzay beygiri. Yorulmuyor, tükenmiyor.
İsmet Topçu’yu dinlerken duyduğum şey önce hayranlık sonra yılgınlık. Ne eksik peki? Veya ne fazla? Her dönem ve her topluluk için ilgi çekici olmuş bir soru. Bir kelimenin beş-on tane ‘eş anlamlısı’ varsa o konuda ne kadar akıl yürütülse de mutabakata varmakta zorlanılmış olduğunu düşünmek gerek çünkü hemen hemen hiçbir zaman tam manasıyla ‘eş anlamlılık’ diye bir şey yoktur. Yetenek kelimesinin eş anlamlılarını düşününce, onu tanımlamanın ne kadar güç olduğunu fark edersin; kabiliyet, maharet, hüner, beceri, meziyet, marifet, istidat, uz… Sade bizim dilimize özgü değil bu. İngilizce de böyle; skill, talent, aptitude, flair, dexterous, adroit… İsmet Topçu’yu vasfederken hangisini kullanacağız bu sözcüklerin? Çevikliğe veya el çabukluğuna yani fiziksel hasletlere atıfta bulunan bir sözcük seçmek uygun düşecek. Dexterous en isabetlisi. Eskiden hâzık denirdi. Tam olarak ‘dexterous’un karşılığı. El yeteneğine işaret ediyor.
İsmet Topçu çalışkan, becerikli, sıra dışı ve teknik kapasitesi olağanüstü yüksek bir müzisyen fakat çizdiği profil ve icra ettiği müzik hasebiyle sanatçıdan çok sporcuya, sihirbaza veya hokkabaza benziyor. Sırası gelmişken karşı kefeye bir başka şampiyonu, Murat Salim Tokaç’ı koyalım. Tokaç bildiğiniz gibi Cinuçen Tanrıkorur’un öğrencisidir. Rahmetli müziğe bir sanatçı gibi değil bilim insanı gibi yaklaşırdı. Zeki, bilgili, insana bezginlik verecek ölçüde takıntılı ancak bundan muzdarip olmayan, bilakis takıntılarını kişiliğinin inşasında harç değil iskelet olarak kullanmış, kendini pek beğenen biriydi. Benzer şeyleri öğrencisi için de söyleyebiliriz. Hocası Boston’da ders verdiği esnada Tokaç’ı genius diye taltif etmiş. Niçin? Hangi vasıflarıyla hak etmiş bu lakabı? Besteciliğiyle değil herhalde. Benim bildiğim bizim müziğimizin er meydanı taksimdir. Taksim denilen şey irticalen yapılıyor olsa da çerçevesiz değildir. Müzisyen şimdiye dek dinlediklerini, bellediklerini kendi süzgecinden geçirir, sana da ne damıttıysa onu verir. Sabite Tur çok güzel şarkı söylediği için mi büyüktü sadece? Hayır tabii ki. Onu bu denli büyük yapan seçtiği repertuvardı. 20. yüzyıl sonrası Klasik Türk Müziği’nde solistin yazılı olmayan sorumluluğu budur. Bu sorumluluğu layıkıyla yerine getirmeyenler (Zeki Müren gibi) ne kadar iyi icracı olsalar da gözden düşerler. Tokaç’ın taksimlerini dinlediğinizde süzülüp gelen, gelenekle rabıtası olan, kristalize bir şeyler duyabiliyor musunuz Allah aşkına? Boşluğa tahammülü olmayan, klişelerle dolu bir gevezelik. Kompozisyon namına hiçbir şey yok. Buna ancak juxtaposition denebilir. Dinleyiciyi, bir araya getirdiği zıtlıklarla zinde tutmaya çalışıyor. Yani damıtacağı yerde amplifiye ediyor. Maharetli bir adam belli ama marifeti yok. Marifet dediğin şey zihinde olur. Peki nedir İsmet Topçu ile Salim Tokaç’ı ayıran çizgi? Tokaç kalıbına göre giyinmiyor. Vahdet Sırrının Sadası nedir ya? Sana mı kaldı ya hakikaten bu sırrın sadasını dillendirmek? Ve diline doladığı gelenek. Fırfırlı korsan gömleği üzerine haydariye giyip, senfoni orkestrasıyla tanbur çalmak mı gelenek? Hadi canım sen de.