Her detayı nakış gibi işlenmiş, kusursuz işçiliğin alametleriyle müzeyyen, karşısında küçücük kaldığın devasa bir havalimanı gibi birinci parça. Müziğimin havalimanına benzetilmesinden hoşnut olmazdım çünkü “iyi müzik” deyince aklımda filizlenen şeylere hiç benzemiyor havalimanı.
Aynı hisse iki, altı ve sekizinci parçalarda da kapıldım. Şaşkınlıkla ve hayranlıkla dinledim fakat bu hayranlık teknik bir şeye, mühendisliğe duyulan bir hayranlık. Tolga Tüzün’ün albümünü (Phoenix) dinlediğimde de hissettiklerim buydu: “Uzman müziği”. Hezarfen Ensemble’ı bu parçalardan çıkarsak ne olurdu? İfade gücü eksilir miydi parçaların? Hiç sanmıyorum. Tam tersine, hafiflerdi müzik. Dördüncü parçada bu o kadar belirgin ki; ensemble’dan kurtulan davul ve piyano ipini koparan uçurtma gibi fırlıyor gidiyor. Tasmasından kurtulan müzik nasıl da güzel. Yani orkestranın geri kalanı ekstra bagajdan, söveden başka bir şey değil.
Fakat albümün bir yüzü daha var ki uzun zamandır karşılaşmayı beklediğim, hasret kaldığım bir duyguyu yaşattı bana: Ruhsal kapasiteni, gündelik dünyanın genişliğini aşan bir şeyle karşılaştığında hissettiğin o acayip duygu.
Onu kavramak, anlamak için çaba sarf ederken ruhunun esnediğini, genişlediğini hissedersin. Biliyorsunuz değil mi bu duyguyu? Öyle bir müzik çıkar ki karşına, daha önce hissetmediğin, tanımadığın bir duygunun tomurcuklandığını fark edersin. Postürü bile değişir insanın. Terfi almış gibi olur, doğrulur, genleşirsin. Daha ne olsun?
Ve fark edeceksiniz ki bu parçalarda Hezarfen Ensemble bir ekstra bagaj olmaktan kurtulmuş, müziğin içine karışmış; onu büyütmüş, esnetmiş.
Kısa keseceğim; bu albüm beni büyüttü, zenginleştirdi. Çeyizime bir parça daha katmış gibi mübahiyim.
Bye.
Aslında benzer çıkarımlarda bulunmuşuz. Film müzikleri genelde sahneleri takip eder, bizim trio da çoğu parçada Hacıbaba ansamblının peşine takılmış gidiyor.
Tom ve Jerry müziklerine benziyor. Sen pohpohlayınca beklentiye girmiştim.