Türkiye’de cazın tarihi anlatılırken 60 öncesi dönemle ilgili bazı isimleri sık duyarsınız: İsmet Sıral, Erdem Buri, İlhan Mimaroğlu, Erol Pekcan, Hrant Hüsikyan, Nejat Alpün, Sevinç Tevs, Arto Haçaduryan, Tülay German vs vs. İsimlerini atladığım da olmuştur elbet. Bu isimlere tek tek değinmeyeceğim. Tarihsel olarak önemlidir ancak caz müziği açısından önemleri yoktur. Bu isimlerin kayıtlarına da ulaşmak zaten ayrı bir dert. Şunu demek istiyorum; bu bahsi geçen isimlerin müziğini hiç duymasan bile Okay Temiz’i, Muvaffak Falay’ı falan anlarsın. Halkada kopukluk olmaz.
İlk albümlerle başlayalım. Erdoğan Çaplı ismi ilk zikredilen isimlerden biri. Piano Pasha diye bir albümü var. 1959. Amerika’da yayınlıyor. Müzikal açıdan önemsiz bir iş. Ondan etkilenen ve yine ülke dışında caz öğrenen isimlerden biri de Muvaffak Falay. Trompetçi. Okay Temiz ile birlikte çalışıyorlar. O da perküsyon çalıyor. 1972’de yapıyorlar ilk albümlerini: Sevda. Caz sayılabilir mi emin değilim. Folk jazz olarak etiketleniyor. Ne folk ne de jazz. Tabii bunlar emekleme dönemi. Emekleme döneminden daha fazlasını beklemek olmaz. Mesela Muvaffak Falay’ın 1996 yılında çıkan bir albümü var: Hank’s Tune. Sideman takımı Avrupalı, beyaz. Belli de oluyor ama maşallah Muvaffak Falay kırk yıllık zenci gibi çalıyor. Ülkemizde yetişen ilk büyük caz müzisyeni saymak gerekir onu. Beraberinde de Okay Temiz’i anmalı (bir de Salih Baysal var fakat caz müziğinden çok caz tarihinde yer işgal eder). Bu kadar kısa zamanda iki Türk’ü devler ligine sokabilmek olağanüstü bir başarı. Yunanistan hala tek müzisyen yetiştiremedi bu lige layık. Okay Temiz’den daha uzun bahsetmek gerek. Caz tarihimizin dönemeçlerindendir.
Okay Temiz’in parladığı yıllar 70’ler. İlk albümü Music for Xaba. 1973. etnik caz olarak etiketlemek gerek. Etnik öğeler kullanımı 60larda başladı ama bu denli ham şekliyle değil. Cazın içine iyice yedirerek kullanıldı. Afro Blue’da Afrika’ya has bir seda bulmak için epey kulak kabartmak gerek. Fakat Okay Temiz’de durum böyle değildir. Sanki caz bu müziğin içinde karışmıştır. Fevkalade zor iştir bu. Caz karıştığı her müziği zapt eden, baskın bir üsluptur. Music for Xaba olağanüstü bir ilk albümdür.
Bu albümün 4 sene öncesine gidelim. 1969, Ankara. Don Cherry Ankara’ya gelmiş, kendisine eşlik edenlerden biri Okay Temiz. Don Cherry Ankara’da köçekçe çalıyor. Dahası Don Cherry zurna çalıyor... “Baban köyden Tokyo'ya geliyor, yere minder koyup oturtuyosun. Kimonosunun içine bişey giymemiş...” gibi duyuluyor değil mi? Live in Ankara diye kaydetmişler. Olağanüstü bir şey. 50 senedir yakalayamadık şu soundu. Adam zurna çalıyor yahu. Bakın Don Cherry zurna çalıyor. Roberto Carlos ve Robinho’nun bir dönem Sivas’ta yaşamış olması bile beni bu kadar şaşırtmıyor. Sonra Don Cherry ve Okay Temiz 71’de Orient diye bir albüm kaydediyorlar. Don Cherry ile albüm kaydetmek ve onu bu denli etkilemek Okay Temiz’e nasip oluyor. Herhalde bu Türk cazının en büyük başarısıdır. Don Cherry çok çok özel, bibedel bir müzisyendir. Her albümü şaheserdir. Okay Temiz ile devam edelim. Okay Temiz’in albümlerini çok farklı plak şirketleri bastı. EMI, ECM gibi kalburüstşirketler de var içlerinde. Ama Blue Note, Atlantic Records gibi devler ligi burun kıvırdı. bunun sebebi Okay Temiz’in yetersizliği değildir. Bakın mesela Blue Note etnik caz olarak Solomon Ilori’nin albümlerini basar. o da perküsyoncu. Okay Temiz ile asla kıyaslanamaz. teknik olarak da gusto olarak da çok çok gerisindedir. Nasıl girdi peki Blue Note’a? Yani şimdi bunun cevabını eminim tüm caz müzisyenleri biliyordur ama söylemeye dili varmıyordur. Efendim Solomon Ilori Nijeryalı bir Yahudi’dir. İgbo değildir ama Yahudi’dir. Şimdi yine birileri antisemitizm falan demesin düşer bayılırım. konunun antisemitizm ile alakası yok. Amerika’ya göç eden Afrikalılar içinde doğru düzgün para kazanabilen tek cemaat Nijeryalı Yahudilerdir. İnananmayan açsın baksın. Sebebi sadece cemaat ilişkilerinin yakın olması, birbirlerini kollamaları olabilir mi? Tabii ki hayır. Bu sadece işi kolaylaştırıyor. Bu insanlar başarılı çünkü zeki, ahlaklı, iyi eğitimli ve çalışkanlar. Bizde milliyetçilikle ırkçılık ya da fanatizm bir tutuluyor. Benedict Anderson’un Hayali Cemaatler kitabı bizim ülkemizin okurları nezdinde popülerdir. Eric Hobsbawm’ın Geleneğin İcadı kitabı da çok popülerdir. Fakat Anthony Smith’in kitapları aynı ilgiyi görmez. Milli Kimlik mesela. Yeni baskısı yoktur. Ya da David Thomson, Tarihin Amacı. 1983’te tek baskı yapabildi. Tek seslilik hakim. Açık Radyo’da, Türksolu’nda, Birikim’de bu isimleri asla görmezsin. Partha Chatterjee hasıraltı edilir falan. Uzatmayalım. Şunu demek istiyorum; bakınız Ahmet Ertegün Atlantic Records’un kurucusudur. İnanılmaz bir başarı bu. Kaç Türk müzisyeninin albümü çıkmış bu şirketten? İlhan Mimaroğlu, Kani Karaca, Aka Gündüz Kutbay ve Tarkan. Ya da Arif Mardin kaç Türk müzisyenin albümünü yaptı? Sıfır. Yapmalıydı. Neyse umarım ne demek istediğim anlaşıldı. Biraz daha Okay Temiz’den bahsedelim ve bu faslı kapayalım. 1979’da Zikir diye bir albüm yayınladı. Eşi benzeri olmayan bir iştir. Bunu dinledikten sonra niçin Mercan Dede’nin ciddiye alınmadığını anlarsınız. Tüm diskografiyi tek tek saymayalım. Okay Temiz Türkiye cazında müstesna yeri olan bir anomalidir. Popüler olmasına rağmen yeterince anlaşılmamıştır. Ülkemizdeki her caz müzisyeninin tanıması, anlamaya gayret etmesi gerekir.
70’lerde başka hangi albümler vardı? Tuna Ötenel (sax ve piyano), Erol Pekcan (davul), Kudret Öztoprak (bas) beraber Jazz Semai’yi kaydetmişler. Yıl 1978. Çok önemsenen albümlerdendir. Belki günümüzde geçerliliği kalmamıştır ama dönemi içinde değerlendirmek gerekir. Tuna Ötenel’in besteleri ardından gelenleri bu yolda yürümeye zorlamıştır. Bir yol açmıştır, kılavuzluk etmiştir. O yüzden besteciliği ya da icracılığının önemi yoktur. Burada misyon önemli. Aslında bu yolu ondan evvel Arman Ratip açmıştı. Nedense bizde hiç duyulmadı ismi. 1973’te I’da kaydettiği bir albüm var: The Spy From Istanbul. Olağanüstü bir albümdür. Klasik olmalıydı, unutuldu. Anlam veremiyorum. EMI basmıştı üstelik. Ben hâlâ daha Arman Ratip ile aşık atabilecek bir Türk caz piyanisti olduğunu da sanmıyorum (Aydın Esen'i tenzih ediyorum). Ama mesela 1970’te de bir albüm kaydetmiş: The Arman Ratip Trio diye. Berbat. Sonra delirdi sanıyorum. A Piano Recital of Space Music diye bir albümü çıkardı. Chick Corea bile bu kadar çılgın olmayabilir. 70’lerde yer alan bir isim daha var. Bahsetmeden geçmeyelim: Tülay German. Şimdiden söyleyeyim; ben vokalistlerle ilgili çok yorum yapmayacağım çünkü malumatım az. Ne ilgim var ne bilgim var. Bu konunun cahiliyim. Tülay German’ın icracılığı nasıldır bilmem. Fakat abartıldığını düşünüyorum.
80’lerde sound büsbütün değişiyor. en önemli sebebi Chick Corea. 76’da My Spanish Heart’ı yayınlıyor. Deha ürünüdür. Üslubunu da sound’unu da tüm dünyaya satmıştır. O yıllarda ABD’deki bir albümün etkileri bizde 3-5 seneye görülüyordu. 80’lerde ilk çıkan albümlerden biri Atilla Engin’in Matao’su (1979 gerçi). Enteresan bir adam. Okay Temiz’den çokça etkilenmiş gibi duruyor. Beraber çalmışlar da zaten. Fakat sound’un My Spanish Heart albümüne ne kadar benzediğine bakar mısınız? Hatta albümde bir parça var: Rain in Spain From Turkish Delight. bu yıllarda Özdemir Erdoğan da üç albüm yaptı. Gençler için Türk Müziği, Özgün Caz Denemeleri ve The Color of My Country in Jazz. Bunları caz müziği olarak değerlendirmek zor. Nükhet Duru 1981’deki albümünde Papatya Falı diye bir parça var. Ya da Deli Diyorlar Bana. Onlara da mı caz demeli?
80’lerde Ayşe Tütüncü Vapurlar/Blues diye bir albüm kaydetmiş. İlkin Deniz bas çalıyor, Ayşe Tütüncü tuşlularda, Mehmet Güreli gitarda ve Tahsin Ünüvar üflemelilerde. Bildiğimiz manada caz değildir bu albüm. Avrupa cazı olarak görülebilir belki. Avrupa cazı ne demek? Çok önemli bir farkı vardır cazdan, uptempo yoktur. İskandinavında da yok Akdenizlisinde de yok. Bunu karakter özellikleriyle, dinginlikle açıklamak zor. Bunun sebebi teknik yetersizlikleridir. Hangi çalgıyı çalıyorsanız elinize alın ve 240 metronomda rastgele çalmaya çalışın. Ne çaldığınızı boş verin. Buradaki teknik zorluğun kondisyonla ilgisi yoktur. Konu kondisyon olsa çözüm kolay. 240 metronomda rastgele kelimelerle konuşmaya çalışın. Olmuyor değil mi? Demek ki olay kondisyon değil. Caz müziğinde uptempo’nun gösterişle alakası olmadığını söylemiştim. Buradaki espri şudur: O hızda düşünmeye fırsatınız olmaz. Tasarlayamazsın yani. Maksat bilinci dışarıda tutmaktır. Meditasyonla falan ilgilenen varsa bunun ne kadar zor olduğunu daha iyi anlar. Avrupalı bu bilinçsizlik fikrine ayak uyduramıyor. Türklerin ne kadar ayak uydurduğu tartışmalı ama Avrupalılardan daha teşneler. Avrupa cazında groove da yoktur. Nadirdir. Cazın melodik ve armonik unsurlarını kullanır. Kendinden de bir şeyler katar elbette. Ayşe Tütüncü’nün albümlerini (Ardından, Çok Alametler Belirdi vs.) bu yüzden Avrupa cazı, pop caz, rock caz falan diye görmek gerek. Kayda değer işler olmadığı kanısındayım. Aqua diye bir grup vardı mesela; Güneşte Dolaşmak. Caz öğeleri yoktur ama bir haliyle Ayşe Tütüncü’nün Mozaik’ine benzer bir iştir.