Bu bölümde, 2010 -2020 yılları arasında çıkan bazı albümler hakkındaki yorumları bulacaksınız.
Chapter 1 Wood - Coşku Turhan (2019) , Doruk Gönentürk trompet çalmış. Sıradan bir çalım. Besteler çok dar bir alan bırakıyor müzisyene. Bestecinin çizdiği rotanın dışına çıkmak zor. Çok iyi müzisyenler dahi kurtulamayabilir bundan. Mesela Aziza Mustafa Zadeh’in müziği de böyledir. Dance of Fire popülerdi bir ara. 1995’te çıktı. Müzisyen kadrosu inanılmaz; Real Madrid’in 2001-2002 kadrosu gibi. Ama kadro yetmiyor işte. O sene Valencia şampiyon olmuştu. Albümde de Stanley Clarke var, Al Di Meola var, Bill Evans var, Omar Hakim var var oğlu var. Ama son derece bayat bir müzik çıkmış ortaya. Bu isimlerin varlığı da yetmemiş kurtarmaya. 4 adam ve 1 kadın oturmuşlar, sırayla mastürbasyon yapıyorlar. Albümün özeti bu. Coşku Turhan’ın müziğinde yer yer ferah alanlar olsa da çok dar, kapalı bir müzik. Üstelik eski bir dil. Bu dille caz yapmak kolay iş değil. İyi örneği çok az. Tigran Hamasyan numunedir mesela. Mockroot albümünden To Love parçasını dinleyin sonra da Coşku Turhan, Aziza Mustafa Zadeh ve Mansuryan’ı kıyaslayın.
Ada – Evrim Demirel Ensemble (2012). Evrim Demirel çok iyi bir müzisyen, çok iyi bir besteci ve çok iyi bir deneycidir. 2006’da çıkan makamsız albümü şaheserdir. Avrupa sanat müziği ya da Türk sanat müziği kategorisinde görmeli. Türk sanat müziği denen müziğin sanat olmasına ön ayak olacak kadar önemli albümdür. Köklü müziktir yani mazisi ile temas halindedir. Bir de mazinin asalağı olan müzikler vardır. İkisini ayırt etmek gerekir. Bu albümü bir başka yazıda uzun uzun konuşmak isterim. İyi dedim hoş dedim ancak Evrim Demirel asla bir caz müzisyeni olamaz. Mayasında yok. Ada isimli albümü bunun kanıtıdır. Çin sana gönlüm düştü müptela parçasını dinleyin albümden. Hak vereceksiniz bana. Dinleyiciye eza bir albüm maalesef.
Timeless – Can Çankaya & Kağan Yıldız (2018). Davulun olmadığı her albümü gözdağı olarak okumak gerek. Solo albümlerde durum biraz daha farklı. O da gözdağı elbet ama orada paçayı kurtarmanın bazı hileleri var. Mesela? Yüzeyselliği sadelik diye sunabilirsin. Bu iki kişiyken göze batar. İnsan her yerde karşıtlık arar. Piyano ve kontrbas duo albümü çok kaydedilmemiştir. Ustalar girişir genelde bu işe. Charlie Haden ile Kenny Baron yaptı mesela: Night and City. Charlie Haden Keith Jarrett ile de yapmıştı: Deep Stuff. Bir de Bill Evans ile Eddie Gomez kaydetmişlerdi: Intution. Başka da bilmiyorum. Vardır illaki ama çok yok. Türkiye’de tek olmalı en azından. İki gitar, iki piyano, saksofon-piyano, gitar-kontrbas vs. kombinleri daha revaçta. Timeless albümü az evvel saydığım ustaların albümünden çok da geride kalmaz. Who Cares başlıklı parça, müzisyenlerin çalgılarına ne kadar hakim olduğunu gösteriyor. Davulun yokluğunu iyi kamufle etmişler. Açılış parçasıyla ilgili de birkaç şey söylemek istiyorum. Arşeyle çalıyor Kağan. Nostaljik olduğu kadar cesur bir deneme. En son ne zaman arşe sesi duydum cazda bilmiyorum. Bu işin ustası Paul Chambers’tır. On Green Dolphin Street’teki bir buçuk dakikalık solosunu deşifre edin, çerçeveletin, duvara asın. Bir de rahmetli Slam Stewart var. “Oh me,oh my, oh gosh” diye parça çalıyor triosu ile. Rica ederim açın hem izleyin hem de dinleyin. Bu kadar basit bir parça nasıl bu kadar lezzetli hale getirilir aklım almıyor. Burada çaldığı solonun notalarını bulmak kolay. Müzisyenseniz metronomun üstüne çalmaya çalışın bakalım. 30 saniye zaten. 30 saniyeye bu kadar ritm ve melodi cambazlığı sığdırmak zor iştir. Aslında 30 saniyeye herhangi bir şey sığdırmak zaten zor iştir. Ahmet Cevdet Bey, Ahmet Rasim’e teklifte bulunuyor, “gel İkdam’da yaz” diye. Ahmet Rasim kabul ediyor, sıra para konuşmaya geliyor: “Uzun yazarsam yarım altın isterim, kısa yazarsam bir altından aşağı olmaz”. Bilmem anlatabildim mi? Kağan’ın arşe tekniği çok zayıf. Ya bu işe bir daha kalkışmamalı ya da çok çalışıp fiyakasını yapmalı. Ben ikincisini öneririm.
Esrik – Onur Çalışkan (2020). Yeni bir fikir yoksa ortada icraya bakacağız. Bu işin aliyyülâlâsı kimdir? Laço Tayfa. Açın Hicaz Dolap'ı bir dinleyin Allah aşkına. Volkan Öktem çalıyor davulları. Türkiye’de bu davulu böyle çalacak başka kimse yok. Ediz Hafızoğlu getir götürünü yapar. Laço Tayfa’da basları Nurhat Şensesli çalıyor, Esrik’te Michael League. Değil Michael League, Anthony Jackson’u da koysan yer onu Nurhat Şensesli. Tek tek hepsini kıyaslamayım şimdi de sadede geleyim; ortada yeni fikir yoksa, bestecilik yoksa geriye bir tek icra kalıyor. Yapılmışı var hem de daha iyi yapılmışı var. Bu albüme gerek yok yani. Laf kalabalığı.
2010 sonrasında saksofon çalgıcılarının ismini duymaya başladık. Bunun öncesinde istisnasız her zaman eşlikçiydiler. İstisna olarak İlhan Erşahin akla gelecektir ama ikazımı tekrarlamak isterim: İlhan Erşahin caz müzisyeni değildir. Kaydettiği albümler çoğunlukla caz müziğine benzer ve bu kategoride tasnif edilirler fakat sadece çok iyi bir caz taklididir. Cenk Erdoğan, Erkan Oğur, Ediz Hafızoğlu, Evrim Demirel vs. nin de caz müzisyeni olarak değerlendirilmemesi gerektiğini söylemiştim. Bu onların değerini düşürmez. Saydığım isimler çok maharetli müzisyenlerdir ancak eserleri ve icraları caz türünde değerlendirilemez. İlhan Erşahin işte burada bir istisnadır çünkü çalgısına hâkim olmayan, yaratıcı kıvılcımdan yoksun, sevimli bir pop ikonudur. Bu bölümün teması Türk caz müziğinde saksofonun yeri. Örnek isim olarak da Tamer Temel’i ve albümlerini tetkik edeceğiz.
İlk albümü 2010’da çıktı: Barcelona. Sıra dışı bir ilk albüm. Neden? İlk albüm referans mektubu gibi görülür. Hata yapmaktan, yanlış bir şey söylemekten çekinirsin. Ornette Coleman’ın ilk albümüyle (Something Else !!!) ile iki yıl sonra kaydettiği albümü (Free Jazz) kıyaslarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Free Jazz albümü çıktığında Downbeat’te kritiği çıkmış. Pete Welding 5 üzerinden 5 vermiş, John Tynan 0 vermiş. Free Jazz diye bir albümünün çıkmasından daha önemlidir. Bunun üzerinde duracağız biraz. Eleştiri yazısı, eleştiri üslubu, eleştirenin sıkleti, eleştirenin sıkletiyle eleştirisinin denkliği (sıçan olmadan çuval mı deliyor?) ve topun ucundakinin tepkisi eleştiri kültürü denen şeyi oluşturur. Sanat bir bilim olmadığına göre ortaya koyulan fikri yahut ürünü yanlışlayamayız, sınayamayız. Bu uzun yazının başlarında bir yerde sanatın olmazsa olmazlarından bahsetmiş ve folk müziğin sanat sayılamayacağını çünkü gelişme, ilerleme yahut gerileme kaydetmediğini söylemiştim. Demek sanat da bilim gibi hareket halinde olmalıdır. Bilimin son yüz senede bu denli hızlı değişim göstermesinde bilim dergilerinin rolünün büyük olduğu aşikar. Bilim insanı savunduğu argümanın yanlışlanmasından üzüntü duyar mı? Bilmiyorum fakat duymamalı. Çünkü yanlışlanabilen bir argüman, doğrulanan argümandan değersiz değildir. İkisi de veridir. Fakat sanatçı, eserinin yerilmesinden üzüntü duyar. Bundan daha tabii ne olabilir ki? Peki bilim insanı yanlışlanmaktan üzüntü duymazken sanatçı yerilmekten niçin üzüntü duysun? Bilim insanının makale yazım sürecinin doğum sancısına benzetildiğini hiç duymadım. Fakat bilirsiniz, sanatçı için bu klişe alegori çok kullanılır. Demek ki sanatçı bilim insanından farklı olarak tezgaha kendinden bir parça koyuyor. Ve hakikaten eleştiriye verdiği tepkiden, yaptığı müziğe; giydiği kıyafetten, damak zevkine kadar her şey sanatçının cüzleridir. Bilim insanı için aynı şeyi söyleyemeyiz. Eleştiriye verdiği tepki de sanatçının değerini belirler. Uslu durmalı ve her söyleneni dikkate almalı demiyorum. Bakın Charles Mingus eşkiya ruhlu bir manyaktı. Herif Jimmy Knepper’in ağzını burnunu kırdı. Ya da Marsalis – Miles Davis kavgası. Bu kavgalar bizi Boys Anılar – Fuat Ergin kavgası gibi tiksindirmiyor çünkü Mingus bundan ibaret değil. Adamın saldırganlığını müziğinde de görürsün. Bir de Marc Johnson’u düşünün mesela. Çağlayan Yıldız onun için “banyonuzda bas yumuşaklığı” diyordu. Neyse uzatmayacağım; sanatçı ve ürünü birbirinden ayrılamaz şeylerdir bu yüzden de yergiler onu üzebilir fakat eleştirmenin görevi sanatçıları eylemek yahut onların münadiliğini yapmak değildir. Bizde eleştirmen yoktur. Hele caz müziği eleştirisi yapacak kimse yoktur. Jazz dergisinde albüm kritiklerini Emre Adam yapıyor. Kusura bakmasın ama eleştiri yapacak donanımdan yoksundur. Ne lafazanlık bilir ne müziğe hakimdir. Bir sürü albüm kritiği yazmış, açın okuyun. Böyle kritik olmaz. Malumun ilanıdır bu. Beğenmediğin bir tek albüm olmadı mı be adam? Ya da kritiğini yaptığın albümlerde hiç mi kusur görmedin? Hiç mi kulağını tırmalayan bir şey olmadı? Bu sadece Jazz dergisinde değil her mecmuada öyle. Bantmag ile ilgili de yazmıştım. Bu kadar uzun uzun yazacaklarına şunu yazsalar keşke: Falanca albüm çıkardı. İyi eleştiri yoksa iyi sanat olmaz. Eleştirmeni ciğere uzanamayan kedi gibi gören süflilerin ağzına sakız ettiği söz şudur: “Eleştiriyle hakareti birbirine karıştırıyorlar”. Osman Baydemir’in şimdiye kadar verdiği en isabetli demeçten bir alıntı yapmak isterim: “... hassiktir diyoruz. hassiktir. ”
Eleştiri nedir? Elemekten geliyor değil mi? Bizdeki eleme neye göre yapılıyor? Memleketin hemen her yerinde tek bir eleme kriteri var o da ahbap-çavuş ilişkisi. Bunun herkes böyle olduğunu biliyor ama kimse ses etmiyor. Bu kadar mı peki? İngilizce’de critic diye geçiyor. Yargılamak. Eleştiri dediğin şey dört modüldür aslında: Tenkit, takriz, tetkik ve tellallık. Bizdeki eleştiri yazılarının istisnasız tamamı telallıktır. Ne yapar tellal? Çığırtkandır. İlan eder. Falanca albüm çıktı vs. alıcı ve satıcı arasındaki aracıdır. Bu yazıların kahir ekseriyeti de takrizle doludur. Tetkiksiz takrizin de kıymeti yoktur tenkitin de.
En başa dönelim; Tamer Temel’e. Gözü pek bir ilk albüm demiştim. Fakat Ornette Coleman’ın Free Jazz’ı kadar gözü pek değil. Buna yazının sonunda tekrar geleceğim. Tamer Temel romantik bir adam. Romantiklik yaratıcılığın bir modelidir. Romantik acı çeken ve bunu beyan eden, edilgen bir muzdariptir. Romantik, bayağılık tuzağına düşmemek için her zaman tetikte olmalıdır. Albümde tek neşeli parça yok (çünkü romantik). Birkaç ifade biçimine hapsolmuş yani. Özgürlük tutkusuna dayanan bir hareketin daha sabit bir temsil düzenine dönüşmesi romantizmin ironisidir. Kısıtlılık kısırlık demek değildir. Tam tersine kısıtlılık verimlilikle sonuçlanabilir. Klasik müziğin romantik dönemi, son yüzyıla göre çok daha verimliydi. Romantik dönemin bestecilerinden biri olan Bruch’un keman konçertosuna atıfta bulunan bir parça da var albümde. Tesadüf olmadığına eminim. İyi bir yorumcu, iyi bir dinleyici ve iyi bir icracı. Diğer parçalar da iyi bir besteci olduğunun vesikası.
3 yıl sonra Bir Kedi Kara’yı kaydetti. Aynı çizgide ilerlemiş. Piyanoda Serkan Özyılmaz, davulda Cem Aksel var. İletişimleri hayret verici. Her ikisinin de ilginç bir ritm duygusu var. 34buçuk başlıklı parçayı dinleyin. Serkan solosunu Cem Aksel ile beraber inşa ediyor. Davulun ghost note’larına sağ elle verilen verilen karşılıklar nasıl usul usul tırmandırıyor tansiyonu. Nefis. Türk caz albümlerindeki en iyi 10 icraya koyarım.
2016’da Serbest Düşüş'ü kaydetti. Türk cazının yumuşak karnı bestecilik bana kalırsa. Sıradan temaları daha az sıradan icralar takip ediyor. Çok iyi icracılarımız var ama çok iyi bestecilerimiz az. Bu albüm bir istisnadır. Üçüncü parça: Dram. Son derece dar bir çerçeve var. Bu kadar sınırlı kelimeyle nasıl bu kadar etkileyici cümleler çıkmış değil mi? Harika bir beste. İcra için aynını söyleyemem. Eylül Biçer’in solosu yavan, Volkan Öktem’in liderliğindeki uzun crescendo ben geliyorum diye bağırıyor.
2018’de Töz çıktı. Son parça: Coda. Emsalsiz bir müzik. Adamın gırtlağına sarılıyor. Hani bazen albüme göz atarsın. Parçaları 10-15 saniye dinler geçersin ama bir şarkı çıkıverir ve geçemezsin. Bu parçayı böyle değerli yapan yalnızca Tamer Temel değil. Cem Aksel yerine başka davulcu olsa ciğerci peşkirine döndürürdü parçayı. Ne kadar takdir edilse azdır.
“Buraya yazının sonunda tekrar döneceğim” diyerek şerh koymuştum Tamer Temel’in tutumlu gözüpekliğine. Sırası geldi. Tamer Temel’in albümleri gözüpektir ancak bu gözüpeklik ipini koparmış bir cesarete benzemez. Tutumlu gözüpeklik dememin sebebi bu. Ornette Coleman ise küstahtır. Küstahlık bazen hak edilmemiş özgüvenin tezahürüdür bazen de yeterince evcilleşmemenin. Ornette Coleman vahşidir. Bu yüzden albümüne bir eleştirmen 0 verirken diğeri 5 verir. Tamer Temel’in müziğine 0 verecek eleştirmen çıkar mı? Türkiye’den zaten çıkmaz. Funda Arar bile 4 yıldız alıyor Naim Dilmener’den. İnanmayan açıp baksın. Downbeat’in eleştirmenleri içinden de çıkmaz Tamer Temel’e 0 verecek. Bu Türk cazı için müsbet bir şey midir? Hayır. Bizim 100 senelik müzik tarihimizde eleştirmenleri yahut dinleyicileri ikiye bölen, kutuplaştırmayı başarabilen bir müzik çıktı mı? Aklıma tek örnek geliyor ama oradaki kutuplaşmanın sebebi de müzik değildi: Hafız Sadettin Kaynak’ın Columbia etiketli plakta okuduğu Türkçe ezan (1929). Sadettin Kaynak hakiki bir münevver, halis bir dehadır. 600’den fazla eser vermiştir ve bunların çeyreğini mısır sineması filmleri için bestelemiştir. Arabesk ve fantezi müziğin temelini burada aramak gerek. Şimdi buna itiraz edenler olacaktır hemen izah edeyim. Bu yazı serisinin en başında terimlerin, kavramların öneminden bahsetmiş ve bu sebeple bir mini sözlük hazırlamıştım. Fantezi müzik terimi bu sözlükte yoktu çünkü bu müziğin cazda yeri yok. Sanıldığı gibi Güllü, Alişan, Ümit Besen gibileri fantezi müzik yapmıyorlar. Günümüzde fantezi müzik tamamen yanlış kullanılıyor. Bir galat-ı meşhur oldu, bu saatten sonra da düzelmez. Ben doğrusunu anlatayım çünkü wikipedia da dahil her yerde saçma sapan şeyler yazıyor. Fantezi bir klasik müzik terimidir. Evvela bunu bilelim. 16. yüzyılın sonlarına doğru duyuluyor, 20. yüzyıldan sonra da kayboluyor. Neden bu yüzyıllar arasında yaşamış? Çünkü bahsedilen zaman diliminde formların çerçevesi netti. Sonat, rondo, menuet, toccata, fugue vs. hepsinin kendine has karakteri, teamülleri vardır. Fantezi, doğaçlamaya yaslanan bir formdur ve hudutları muğlaktır. Fakat ortada anlık olmayan bir tasarı vardır yani tema önceden belirlenmiştir. Impromptu ile farkı budur. Impromptu Latincede hazırlıksız olma durumuna atıfta bulunan bir sözcük zaten. Sadettin Kaynak, Hacı Arif Bey ile beraber Klasik Türk müziğini sanat müziği haline getirme gayretinde olan iki dehadır. Bunu önceden yazmıştım. Nasıl bir yenilik getirmiş bunlar? Formu bozmuşlar. Klasik Türk müziğinde de Avrupa sanat müziğindeki gibi katı formlar vardır. Yapıkredi Yayınları’ndan çıkmıştı: Musikiyi Harflerle Tesbit ve İcra İlminin Kitabı – Dimitri Kantemiroğlu. Mesela şarkı formunu şöyle tarif ediyor: “Altı veya sekiz beyitli olabilir. Devr-i revan (14/8) ve sofyan’dan (4/4) başka usullerle bestelenmez...” Uzun uzun anlatır kurallarını. Bu kurallar zamanla kolaylaşmış. Aruz vezniyle ve a-a-b-a yahut a-b-c-b kafiye düzeniyle oluşturulan 4 mısralı şarkı formu popülerleşmiş. Kaynak ise hece vezninde yazılmış ya da vezinsiz olan güftelerden yepyeni bir form oluşturmuştur. Aranağme ve arasaz anlayışını tümüyle değiştirmiştir, zenginleştirmiştir. Makam ve usul anlayışında yaptığı değişiklikler deli işidir. Çok bilinen bir şarkısını örnek vereyim: Dertliyim ruhuma hicranımı sadrımda yine. Segah başlıyor nihavend bitiyor. İlk Türkçe rapsodidir. Yerlere göklere koyulamayan Bohemian Rhapsody bunun yanında çocuk oyuncağıdır. İşte fantezi müzik budur. Orhan Gencebay’ı da bunun devamı görmekte beis yok. Kendisi de zaten Türk müziği üzerinde denemeler yaptığı iddiasındadır. Bu denemeler başarılıdır, başarısızdır; faydalıdır, faydasızdır o başka konu. Bunca sözü niçin ettim? Bizim müziğimizde dinleyiciyi kutuplara ayıracak kuvvetteki eserler, denemeler Sadettin Kaynak ve belki biraz da Orhan Gencebay’dan çıkmıştır. Bunda sanatçılardan çok dinleyici ve eleştirmenlerin payı vardır. Korhan Erel, Umut Çağlar, Şevket Akıncı, Oğuz Büyükberber vs. serbest doğaçlama yapıyorlar. Kolay kabul görecek bir müzik değildir bu. Fakat konuya ilgisi olan herkes tepkisiz kaldı bu müziğe. Açık Radyo, Sanatatak, Bantmag, Jazz dergisi, Karşı müzik, Cazkolik, Birgün... Çoğunlukla tepkisizler fakat tepki verenler de hep aynı tepkiyi veriyor: Şahane bir albüm daha! Barış Manço yapardı bunu adam olacak çocukta; 10 puan 10 puan 10 puan...