İşe Türkmenlerin tarihini Kırgız ve Kazak tarihi ile mukayese ederek başlayacağım. Aralarında pek çok ortaklık olduğu gibi pek çok da ayrılık var. En önemlisi "başsız"lık. Kırgızlar 17. yüzyıldan beri bir bey veya han etrafında toplanmışlardır. Mesela Atake Biy. Sarıbagşı boyunun lideridir fakat diğer Kırgız boylarına da sözü geçer. Kazaklar ta 15. yüzyıldan kurmuşlar hanlıklarını. İyi kötü 300 yıl ayakta tutmuşlar. Rus istilasına karşı en şiddetli direnişi kazaklar göstermiştir. İsatay Taymanulı, Mahambet Ötemisulı falan direnişin sembol isimleridir. Türkmenler Ruslar ile ilk kez Göktepe Savaşı ile karşı karşıya geliyorlar sanırım. 19. yüzyılın sonu. Ruslar Türkmen ahaliyi kırıp geçirmişler. Fakat bu bir ayaklanma değil, savunmadır. Tamamiyle müdafaa halindedir Türkmenler. Önemli bir fark da şu; savaştaki Türkmen komutanlar (Tıkma Serdar ve Nurverdi Han) resmi olarak Kokand Hanlığının askeridirler. Hanlığın içerisinde her türlü türk halk yaşıyordu fakat idari kesim Özbektir. Yani şunu demek istiyorum; Türkmenler kabileler halinde yaşayan, dağınık, organize olamamış, başsız bir halktı. Zaten Türkmenler de "biz bibaş halk bolamız" derler: "Başsız bir halkız biz". Bunu şu yüzden anlattım; Kırgız ve Kazak halkının müzikleri günümüze birkaç çılgının derleme ve araştırma merakı sayesinde aktarılabilmiştir. Yok olmaları işten bile değildi. Gerçekten de Kazak ve Kırgız gençleri -hatta orta yaştakiler bile- halk müziklerini bilmezler. Bu müziğe karşı ilgisizdirler. Bunun sebebi tabii ki Sovyet politikalarıdır. 1917 sonrası İç Asya'da peyk devletler oluşmuş ve bu devletçiklerin başına da Sovyet rejimine yakın isimler getirilmiş. Bunu bilmeyen yok zaten. Fakat iş bununla kalmamış, halkın seçkinleri de Sovyetleştirilmiş. Bu, asimilasyonu veya o zamanki tabirle modernleşmeyi hızlandırmış. Fakat seçkin kesimden yoksun Türkmen halkına ulaşmak o kadar kolay olmamış. Yani kim var ki neye dönüştüresin. Zaten bir devlet yahut toplum organizasyonu yok memlekette. Dolayısıyla Türkmen kültürü Kazak ve Kırgız kültürüne nispetle çok daha iyi muhafaza edilmiş. Fakat bu da yazıya aktarılmamış. Müktesebattan yani corpus'tan yoksun bir külliyattır Türkmen folkloru. Kazak ve Kırgız folkloru üzerine yapılan çalışmaları Türkmen folkloru sahasında yapılan çalışmalarla kıyaslarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Akranlarına göre çok daha iyi muhafaza edilmiş bu zengin müzik kültürü hakkında pek az çalışma vardır. Bu faslı şimdilik burada bırakalım ve Türkmenistan'da bakalım.
Boylardan oluşan Türkmenler Teke Türkmenlerini "hakiki Türkmen" sayarlar. Yahudilerdeki Cohen gibi. Teke Türkmenleri güneyde yaşarlar ve nüfusun neredeyse üçte birini oluştururlar. Bir de Yomutlar ve Göklenler var. Bunlar da Teke Türkmenlerini hor görürler, "asıl Türkmen biziz" derler. Kuzeyde yaşarlar. Başka boylar da var; İmreli, Bayat, Karadaşlı, Çavdur, Salur falan filan...Her birinin kendi beyi vardır. En tepede bağlı oldukları bir baş yoktur. Başta bunu anlatmaya çalışmıştım. Neyse, gelelim müziğe. Türkmen müziği vokal müziğidir. Çalgılar Kırgız ve Kazak müziğindekilere benzer. Kırgızların komuzu, Kazakların dombrası burada yerini dötara bırakır. Yaylı çalgı kullanımı nadir de olsa var; gidçak derler. Tipi bizdeki kabak kemaneye benzer. Bir de üflemeli saz kullanırlar; "gargı tutuk" diyorlar. Kargı düdük yani. Bizdeki sipsiye çok benzer. Acayip zor bir alettir. Günümüzde çalanı kalmış mıdır emin değilim. Koca Türkiye'de bile sipsi çalan 100 kişi zor buluyorsun. Merak edenler için iliştireyim; gargı tutuk şöyle bir şey.
Vurmalı çalgı Türkmenlerde de yok. Yani davul nedir biliyorlar, tanıyorlar tabii ki ama bunlar müziğin araçları olarak görülmezler.
Türkmen müziği "vokal müziğidir" demiştim. Saz eseri nadirdir yani. Bunun istisnası Güney Türkmenistan müziğinde görülür. "Dört mukam" , "kyrklar" ve "saltuklar" başlığında üç şarkı külliyatı vardır. Bir sonraki yazıda Özbek müziği üzerine yazacağım. Orada da "şeş maqam" diye bir şey okuyacaksınız. Bu makamları sadece bir makam olarak görmeyin. Bu aynı zamanda bir form gibidir de. Mesela x makamı olsun, bunda hem peşrev hem gazel olmaz. Her saz için de ayrı makam vardır. Dütar makamları şunlar mesela;
1- Gonurbaşı mukamı
2- Gökdepe mukamı
3- Ayrılık mukamı
4- Erkeklik mukamı
Ama düdük için başka makamlar vardır; hüwdi, lotular, gelin, toy gibi... Demiştim ya makam sade dizi değil form ve çalgıyı da belirler diye. Mesela hüwdi dediği ninnidir. Toy dediği düğün şarkısıdır vesaire.
Kırklar dediği de yedi parçadan oluşan bir külliyattır; dillin kırk, ketçeli kırk, menfag kırk v. vs. diye gider. Saltuklar ise bir kompozisyonun farklı üsluplarla çalınmasından oluşan bir repertuvardır. Uzatmayacağım, tüm bu müziklerde dikkati çeken şudur; karar ses iki tanedir. Sebebi de bu müziklerin başat çalgısının dötar olmasıdır. İki telli bir çalgı biliyorsunuz. İcra esnasında da iki tel aynı anda çalınır. Müzikteki kaygan havayı veren şey bu iki eksenlilik. Üstüne bir de ritmsizliği koyun. Ritmsizlik dediğim vurgudan yoksun kompleks ritmdir. Hatırlarsanız bu Kazak ve Kırgız müziğinde de böyleydi. Özbek ve Azeri müziğinde mesela böyle olmadığını göreceğiz. Hatta o müziklerde vurmalı çalgıları da duymaya başlayacağız. Kırgız ve Kazaklar, Türkmenlere nispetle güneye dolayısıyla da İran etkisine daha uzaklar. Türkmenler İran ile upuzun bir sınır paylaşıyorlar. Bu sınır kağıt üzerinde bir sınırdır. İki ülkeyi dağ, dere vesaire de ayırmaz. Aşkabat'tan Meşhed'e yürüsen 3 günde varırsın. Fakat buna rağmen Türkmenler müzikal üsluplarını büyük ölçüde korumuşlar. Bu, kültürlerini muhafaza etmeye meyilli olmalarından kaynaklanmıyor tabii. Bunun sebebi Türkmenlerin halen "medeni" yani şehirli olamamasıdır. Hala toplumsal örgütlenmeden yoksunlar. Türkmen, Kazak, Kırgız müziği dediğin şey bir adamın eline saz alıp çalması ve söylemesidir. Büyük oranda budur. Özbekler, Azeriler gibi küçük cemiyetler halinde icra etme adetleri yoktur. Bireyselliğin himayesi gibi görülen bu tavır, tutumdan çok mecburiyettir. Bunun getirdikleri vardır, götürdükleri vardır. Fakat şunu söylemek gerekir; bu müzikler form ve üslup fakiri müziklerdir. Ancak ifade, nüans ve anlatım zenginlikleri şaşılacak ölçüdedir. Şunu demek istiyorum; batının halk müziğini düşünelim. Fransızların bal-musette'si mesela. Buyurun dinleyin. Herhangi bir müzik aletinde yetkinseniz -hangisi olursa olsun- elinize akordeonu alıp 1 saat uğraşsanız "bal-musette" gibi bir şey ortaya çıkarırsınız. Ya da İtalyanların trallalero'sunu taklit etmeye çalışalım. Gelelim bir araya, iki saat çalışalım, üç-aşağı beş yukarı şu örnektekini taklit edebiliriz. Ne bileyim Yunanların "rebetiko"su da öyledir. Tabii ki bir sürü nüansı kaçırırız. Tabii ki bu müziği bilen biri şıp diye anlar taklit olduğumuzu ama önemli olan şu; neyi taklit ettiğimizi de anlar. İtalyanca taklidi yapmak gibidir bu. Hanti dilini 1 saat dinleyin bakalım yapabilecek misiniz taklidini? Buyurun. İşte müzik de böyledir. Hanti denen bu dili konuşanlar da göçebeler. Müziklerinden bir örnek paylaşayım da bakın:
Ne kadar tuhaf bir vokal üslubu var değil mi? Avrupa folk müziğinde bunu göremezsin. Adamlar şehirli. Çerçeve geniş. Çerçeveyi daraltmadan çıkmaz bunlar. Boğaz çalmak diye bir şey var. Manyaklık. Şehirli adamın yapacağı şey değil. Türkmenlerin de kendine has vokal teknikleri var; külemek, kümlemek, jukguldamak... Jukguldamak dediği bu işte. Kişnemek gibi biraz. İşte Türkmen müziğini ve diğer göçebe müziklerini böyle değerlendirmek gerekir.
Müzik tavsiyeleri ile bitireceğim yine;
Türkmen Epic Singing: Köroğlu. tabii ki yine Smithsonian Folkways Recordings. Nefis albüm. Kırgızlardaki manasçılar, Kazaklardaki termeçiler gibi Türkmenlerde de Bahşiler var. Destan söylüyorlar.
Bu da Vda-Gallo'nun insanlığa armağanı: Turkmenistan: The Music of Bakhshy.
Songs of Bakhshy Women. Aslına bakarsanız Türkmen müziğinde kadın bahşi yoktur. Türk müziğinde 1960 öncesi kaç kadın bozlak söylüyordu ki? Şimdi kaç kişi söylüyor bilmiyorum ama vardır tek tük. "Soyuz"'un Türkmenistan'ı, "Sovyetleştirme" girişiminin ürünüdür bu. Mimarı Aleksandra Kollontay'dır. Otobiyografisi Türkçe'ye tercüme edilmiş. Şuraya link’ini koydum. Ateş gibi kadındır. Çekirdek ailenin verimsiz bir ürün olduğu kanısındadır. Kadını bu aileden kurtarmayı ödev bellemiştir. Meşhur sözü: "Kadını mutfaktan ayırmak, kiliseyi devletten ayırmaktan daha zor ve daha gerekli bir reformdur". Akyagül Muradowa, Sülgün Meretgeldiyewa gibi isimler bu politikanın meyveleridirler. İşin ilginci ve güzel tarafı hala daha meyve vermektedir. Harika bir örneği için buyurun. Bu da pek neşeli bir kadın gazelhan.
Bunlar da babalar:
Döwletgeldi Ökdürow
Yağmur Nurgeldiyev
Ödeniyaz Nobatow