Dini müziği genelde iki kategoride incelerler; cami musikisi ve tekke musikisi. Bu tasnifin sorunu benzerliklerin farklılıklardan fazla olmasıdır. Tekkelerde çalınagelmiş müziklerin pek çoğu camilerde de çalınır. Yine de ben bu geleneğe bağlı kalayım ve cami müziği olarak görülen formları sıralayayım;
En bilineni şüphesiz ezan. Uzun uzun ezanın ne olduğunu falan yazmayacağım. Osmanlı ile birlikte siyasallaşan, kutsallaşan, damga haline gelen, teamüllerle çerçevesi çizilen bir müziktir. Sabah ezanı şu makamda, öğle ezanı bu makamda okunur; kamet böyle olur vesaire vesaire gibi yazılı olmayan bazı kurallarla bu müzik günümüze kadar gelmiştir. Salâ bir başka cami müziği formudur. Tekkelerde de söylendiği olur ama ben cami müziği içerisinde anmış olayım. Cuma salâsı hüseyni, cenaze salâsı sabâ veya hüzzam okunur vesaire. Bu da teamüllerle çerçevesi çizilmiş formlardan biridir. Bundan başka temcid, tesbih, ilahi, münacaat, tekbir, tevşik, telbiye, savt, nefes, şuğul vs. vs. var. Bunlarda benim ilgimi çeken bir şey yok. Açıkçası buraya yazmaya değecek malumatım da yok. O yüzden bu faslı burada keseceğim.
Gelelim "diğer" dini müziklere. Uzun zaman cami dışında çalınan tüm dini müziklere "tasavvuf müziği" dendi. Böyle bir terim yok. "Dini müzik" dersek laikliğimize zeval gelir diye uydurulmuş bir isimdir bu. Neyse, efendim dini müzik cami dışında bir de tarikatların kendi hanelerinde, dergahlarında duyulurdu. İlk başta Mevlevilikten bahsedeyim. Diğer tarikatlara nazaran apayrı bir konumu vardır Mevleviliğin. Evvela şunu söylemek gerek, günümüzde Mevlevi yoktur. Haliyle Mevlevilik diye bir tarikat da artık kalmamıştır. Bu çok önemli. Çünkü Mevlevilik "Mevlevihane"de yaşar. Mevlevihane müziğinin en gelişmiş, en sanatlı formu şüphesiz Mevlevi ayinleridir. Tafsilatlı, karmaşık ritüellerden oluşan ibadet, tiyatro, müzik, dans karışımı emsalsiz bir amalgamdır. Hiçbir zaman halkın anladığı, ilgi duyduğu bir şey olmamıştır. Son derece rafine bir kültürdür. Doğrusunu söylemek gerekirse ben de layıkıyla anladığımı, bildiğimi söyleyemem. Kitaplarda ve anılarda yaşayan bu kültürün hiçbir kıvılcımına tanıklık etmedim. Bildiklerim, okuduklarım kadar. Beri tarafta da Bektaşilik ve onun eteğinde serpilen Bektaşi müziği var. Bu müzik ise halkın anladığı, benimsediği bir müziktir. Yani şöyle de denebilir; Mevlevi müzikleri sanat müziğidir, Bektaşi müzikleri halk müziği. Hakikaten Mevlevi dergahlarından çıkan Mevleviler (mesela Itri, Nâyî Osman Dede) ve ezgiler, Klasik Türk müziğini beslemiştir. Daha doğrusu iki tarafa arasında bir alışveriş olmuştur. Aynı şeyi Bektaşi müzikleri için söyleyemeyiz. Klasik Türk müziği ile Alevi-Bektaşi müziği arasındaki münasebet pek zayıftır. Alevi/Bektaşi müziği çokça Türk halk müziğinden beslenmiştir. Bu müzikteki formlar da daha basit formlardır. Semah gibi, nefes gibi. Bir başka fark ise Mevlevi müziklerine nispetle Alevi/Bektaşi müziğinin son derece heterojen olmasıdır. Böyle olması da hiç şaşırtıcı değil. Neden? Çünkü Bektaşilik denen şey zaten "birbirine aykırı birçok öğenin karşı karşıya geldiği, örf dışı bir halk öğretisidir" (tırnak içinde yazdım çünkü cümle Irene Melikoff'a ait). Yani öğretinin kendisi de homojen değil zaten. Bırak homojenliği birbirine zıt unsurları bile barındırıyor. Bektaşilik bir senkretizmdir yani inançlar karışımıdır demekte sakınca yok sanırım. "Alevi" terimine de değinmem gerek. Çok kabaca söyleyeceğim; köylü Bektaşilere Alevi denir fakat -yine Melikoff'un deyimiyle- "bir Alevi bir Bektaşidir ama bir Bektaşi bir Alevi değildir". Fuat Köprülü de zaten Alevi yerine "köy Bektaşiliği" der. Bu denli heterojen bir yapının müziği üzerinde kalem oynatmak çok makul gelmiyor bana. Altından kalkamam. O yüzden bu başlığı Türkiye'deki dini müziklerin hangileri olduğuna ayırmış olayım. İsimlerini andık, kafi.