Hemen hemen her imparatorluk bir sanat müziği doğurmuştur. Bu müzik elbette halk müziği yani köylülerin müziği üzerine inşa edilmiştir. Yakın zamanda buna şahit olduk. Son imparatorluk olan Amerika Birleşik Devletleri, zencilerin müziğinden bir sanat müziği yarattı. Caz müziği kime aittir peki? Zencilere mi? Hayır, bu müzik Amerika denen imparatorluğun müziğidir. Bu müziğin nüvesi Afro-Amerkalıların folk müziği olabilir, bu müziği onlar beyazlardan çok çok daha iyi icra edebilir vs. vs. ama bu müzik Amerika'nındır. Tabii Türkiye'de de çalınıyor caz, Etiyopya'da da. Beynelmilel bir müziktir yani. Zaten sanat müziği gelişimini tamamladığında evrenselleşmeye hazırdır. Evrenselleşmekten iki şey anlaşılabilir; geçirgenliğin artması veya sınırların genişlemesi. Geçirgenlik artmadan sınırlar nasıl genişler? Çemberin dışındakiler sınırdaki gediklerin şeklini alır, içeri girerler. Geçirgenliğin artması başka bir şeydir. Sınırlar silikleşir, öz kimliksizleşir. Küreselleşme geçirgenliğin artmasıdır mesela. Küreselleşme ve evrensel olma başka şeyler. Aradaki nüans önemli. Şimdi şuraya gelmek istiyorum, Türk sanat müziği meselesi açılınca çokça duyduğum, okuduğum bir laf var: "Türk sanat müziği diye bir şey yoktur, Bizans müziğinin çakmasıdır" falan filan. Bu ezikliğin sebebini bilmiyorum, anlayamıyorum. Böyle bir müzik elbette vardır ve Osmanlı İmparatorluğu'nda neşvünema bulmuş, özgün ve rafine bir müziktir. Yunan, Pers, Arap, Türk vs. unsurlarının amalgamı olan bir "sanat" müziğidir. Sanat kelimesini tırnak içine aldım çünkü ona da itiraz var. Kimi diyor Klasik Türk müziği, öteki diyor saray müziği, öbürüsü diyor Türk sanat müziği falan... Bu yerinde bir kargaşa aslında. Bu müziğin sanat olup olmadığı tartışması kof değildir. Niye? Çünkü sanatçı selefiyle yarış halinde olandır. Bunu daha evvelden de demiştim. Yine tekrarlamak mecburiyetinde kaldım. Abdülkadir Meragi ile Itri arasında 200 sene var ama müzikleri birbirlerinden o denli uzak değil. Oysa Dufay ile J.S. Bach arasındaki farkı en amatör kulak bile duyabilir Örneği daha çarpıcı hale getirelim; Duke Ellington ile Ornette Coleman arasında 20-30 sene ancak vardır ama müzikleri bambaşkadır. Çünkü halef ve selef yarış halindedir. Kültür ve sanat arasındaki fark işte budur. Kültür dediğin şey doğayı taklittir, birikintiden geriye kalan tortudur; sanat ise yaratma çabasıdır. İşte bu yüzden Klasik Türk müziği bir yanıyla sanatken diğer yanıyla kültürdür. Sanat müziğine dönüşmek üzereyken yok edilmiş bir müziktir. Münir Nurettin'in ölümünden sonraki çabalar değerli bir hayvanın postunu doldurmaya benziyor. Neyse, bu faslı burada bırakayım, iki kelime dişe dokunur şey yazayım.
Kâr
Bu bir form ismidir; sonat gibi menuet gibi, mazurka gibi. Klasik Türk müziğinin en eski, en tantanalı formlarından biri "kâr"dır. Sözlü bir formdur. Dini konulara atıf yoktur (zaten dini müziği ayrı başlıkta yazmıştım. Burada değinmeyeceğim tekrar). "Terennüm"le başlar. Terennüm de "ten nen nen nen ni yaaaar" falan var ya işte o. Manasız birtakım hecelerle şarkı söylemeye terennüm deniyor. Bazen "can", "canan", "yar", "yar aman" falan da katarlar. Hatta bazı kârlar sadece terennümden oluşurlar. Demek ki terennüm bu form için önemli bir unsur. Sonracığıma usûl de önemlidir. Usûl batıdaki ritme veya tartıma denk gelmez. Çoğunlukla öyle düşünülür ama doğru değildir bu. Nedir farkı? Mesela 4/4 yazısını gördünüz, bu ne demek? Bir ölçüde birbirlerine eşit uzaklıkta 4 vuruş var demek. Usûlde tuşe de bellidir. Düm ve tek diye belirtilmesi bu yüzdendir. 4/4 dediğin düm- tek - düm - tek olabilir veya düm - düm - tek - düm olabilir gibi... Kârlar genellikle büyük usûllerde yazılmışlar. Büyük usûl nedir? 14 zamanlıdan büyüklere büyük usûl denir. Kârlarda en sık kullanılan usûl de hafif usûldür. 32 zamanlı demek bu. 32/4 yani. İlk kârları Abdülkadir Meragi bestelemiş yahut yazmalarda bulunan eserler ona atfedilmiş. Önemi yok. Önemli olan şu; bu formun hiç yoksa 600 senelik mazisi var. Buna rağmen TSM repertuvarına kayıtlı pek az kâr var denebilir. 50'yi ancak bulur. Ben yarısını toparladım, bir liste yaptım. Dileyen dinler. Buyursunlar. Görüldüğü gibi bu form çok hacimli bir formdur. Sanatçının magnum opus'udur. 20. yüzyılda neredeyse tamamen terk edilmiştir. Münir Nurettin, Refik Fersan, Çinuçen Tanrıkorur gibi aventüryelerin denemeleri istisnadır. Bu istisnalar içerisinde en ilgi çekici olanı hiç şüphesiz Ahmed Avni Konuk'un yazmış olduğu eserdir. Bir buçuk saatten uzun süren bir gözdağıdır bu. Tam 119 makam geçer eserde. Bunu Bach'ın Das wohltemperierte klavier'ine benzetebiliriz. Ahmed Avni Konuk'u da anmış oldum. Fevkalade renkli bir adamdır.
Beste
Kârdan sonraki en büyük ve en eski sözlü form "beste" olsa gerek. Besteler dört "hane"li eserlerdir. Hane demek mısra demektir. Her hanenin sonunda terennüm vardır. Terennüm beste için de çok önemli bir yapıtaşıdır çünkü her hane sonunda çalan terennüm aynıdır. Dolayısıyla bestenin imzasıdır adeta. Hanelerin de ayrı ayrı isimleri vardır. Bunu da anmış olayım ki terminolojiye de biraz aşina olun. Birinci haneye "zeminhane" denir. Bu ismi vermeleri boşuna değil çünkü birinci hanede makam nakış gibi işlenir. İkinci haneye "nakarathane" denir çünkü birinci hane tekrar edilir. Üçüncü haneye de "meyan" denir. Burada makamın sınırları esner, bestecinin mahareti kendini gösterir. Meyan, bestecinin er meydanıdır. Dördüncü hane de tekrar başa dönülür. Şimdi bir örnek eserle sınayalım bu bilgileri; Aldım Hayâl-i Perçemin Ey Mâh Dideme - Kömürcüzâde Hâfız Mehmet Efendi'nin (1648-1687) bestesidir.
Fark ettiğiniz gibi yazdığım tüm kurallara uyuyor. 20 kadar eseri bir araya getirip çalma listesi oluşturdum. Daha fazla beste dinlemek isteyen buyursun. Bu form da 20. yüzyılda hemen hemen terk edilmiştir. 400'ün üzerinde eser veren Sadettin Kaynak sadece bir tanecik beste formunda eser vermiş mesela; Merhem Koyup Onarma Sînemde Kanlı Dağı
Semai
Sözlü formlardan biri de semai. İki farklı semai formu var; birisinin adı yürük semai ötekinin adı ağır semai. Görece yavaş tempodaki semailere ağır semai denir. Usulleri 10/4 (ağır aksak semai), 10/8 (aksak semai) veya 6/2'dir (ağır sengin semai). Beste formunda büyük usuller sıkça kullanılırken semailer her zaman küçük usullerdedir. Ve semailerde de tıpkı bestelerdeki gibi hane sonunda terennüm vardır. Kısacası, semai ve beste arasındaki en önemli fark usuldür. Daha fazlasını dinlemek isteyenler için ağır semai ve yürük semai listeleri şurada: 1 ve 2
Şarkı
Terennümsüz, küçük usullü ve genellikle dört haneli olan güfteli eserlere şarkı denir. Yeni bir formdur. Kâr ve beste ile kıyaslandığında "hafif" kalır. Anlaması, sindirmesi daha kolaydır. Hafifliği bayağılık değil yalınlık manasında kullandım. Tanburi Mustafa Çavuş'un hisarbuselik şarkısı Dü çeşmimden gitmez aşkın hayali ilk şarkılardan biridir. 1700'ler. Vardakosta Ahmet Ağa'nın Ey nihâl-i işve bir nevres fidânımsın benim'i; III. Selim'in Gönül verdim bir civane'si vesaire aynı dönemin ürünleridir. Onlardan sonra II.Mahmud (1784-1839) gelir. Hasretle bu şeb gâh uyudum gâh uyandım fark edeceğiniz gibi daha renklidir. Aranağmelerle bezenmiştir şarkı. Mesela akranı Numan Ağa'nın Değilsem de sana layık efendim'i veya Şakir Ağa'nın Evvel benim nazlı yarim şarkıları eski kalıba (a-b-c-b) oturur ancak ezgi ve güfteler "hafif"lemiştir. 1700-1800 arası bu döneme Türk sanat müziğinin "klasik dönem"i demek yanlış olmaz. Romantik dönemin simge ismi hiç şüphesiz Hacı Arif Bey'dir. Batı'da lied formu nasıl Schubert ve Hugo Wolf ile şekillendiyse bizde de Hacı Arif Bey ile şekillenmiştir. Bu ilintiyi daha iyi anlamak isteyenlere tavsiyem lied hakkında yazdığım yazıyı okumalarını öneririm .Hacı Arif Bey'e dönelim. Doğduğunda tahtta II. Mahmud vardı. Reformist bir adam. Biliyorsunuz. Kendisi de müzisyendir. Müziğe de epey yatırım yapıyor. Halefi Abdülmecid Batı müziğine meraklı. Mesela Abdülmecid'in bir oğlu (V. Murad) fevkalade piyano çalarmış. Düşünsene deden (III. Selim) semai, beste falan yazarken sen piyano çalıyorsun. 50 senedeki değişimin hızı anormal. Bu arada V. Murad istisna değil. Sultanların kızları, oğulları içerisinde bir sürüsü çello, piyano falan çalıyor. Yani beste, kâr gibi ağdalı formların terk edilmesinin zamanı gelmiş. Bu kapıyı ilk zorlayan Hamamizade İsmail Dede Efendi'dir (1778-1846). Ne yaparak zorlamıştır? İsmail Dede Efendi hemen her formda onlarca eser vermiştir. Batı'daki dengi Haydn'dır. 100'den fazla senfoni yazmıştır o da. Diğer formlarda da bir dolu eser vermiş. İlhan Mimaroğlu bunlara yineleyici der. O kadar yinelemiştir ki artık birinin yenileme vakti gelmiştir. Haydn olmasa Brahms olmaz yani. İsmail Dede Efendi ve Şakir Ağa olmasa da Hacı Arif Bey doğmazdı. Hacı Arif Bey 200'ün üstünde şarkı bestelemiştir. Hemen her usulü, her makamı denemiştir. Ona kadar şarkı formunda bu denli eser veren yoktur. O yüzden şarkı formunun çerçevesini de Hacı Arif Bey çizmiştir. Akranı Şevki Bey de en az Hacı Arif Bey kadar usta sanatçıdır. Bu devri kapayan isim ise Sadettin Kaynak'tır. Kaynak, Türk sanat müziğinin Pele'sidir. Onda hakikaten müthiş bir canlılık, fevkalade bir öz vardır. Ondaki ferahlık, çılgınlık müziğimize çok şey katmıştır . Öğrencisi Alaeddin Yavaşça'nın da dediği gibi o "kabına sığmayan, engelleri aşan ve nağme zengini" bir besteciydi. Hakkında daha evvelden yazmıştım. Akranları Ahmed Rasim, Leyla Hanım, Bimen Şen, Lem'i Atlı vesairedir. Onların şarkılarını dinleyerek klasik-romantik-çağdaş dönem şarkı formunun ne kadar az veya çok değiştiğini duyabilirsiniz. Şuraya da ufak bir şarkı listesi ekliyorum.
Türk sanat müziğinin dini olmayan güfteli formlarını tarihteki konumlarına göre sıralamış oldum. İki form dışarıda kaldı. Bunları mahsus dışarıda tuttum. Onlardan da bahsettikten sonra güftesiz formlardan bahsedeceğim.
Gazel
Gazel ve "taksim" aslında aynı şeylerdir. İkisi de makamın sınırlarıyla çerçevelenmiş, usulsüz, doğaçlama formlardır. Gazelde güfte vardır, taksimde saz. Fark bu. Gazeli kâr'dan, beste'den, şarkı'dan, semai'den ayırma sebebim usulsüz oluşu değil. Bestelenemez oluşu nedeniyle ayırdım. Haliyle bizim gazel hakkında bilebildiklerimiz sadece 1900 sonrası ile sınırlı. Daha evvelinde sesi kaydetmek gibi bir imkan yoktu. 1800'lerde gazel nasıl okunurdu, sazlar gazelhana nasıl eşlik ederlerdi, ederler miydi; makam geçkileri var mıydı vesaire bilemeyiz. Gazel enteresan bir formdur aslında. Mesela en amatör dinleyici bile uzun hava ile gazeli ayırt edebilir. Nasıl ayırt ediyor sizce? Bu kadar kolay ayırt edildiğine göre "usulsüz" ve "serbest" olduğu söylenen bu formlar belirgin bir hudut ile çevrili olsa gerek. Müzikal farklar şimdilik şöyle dursun, güftedeki bariz farklılıktan konuşalım. Uzun havalar Türkçe, Kürtçe, Zazaca falan söylenir. Halk dilindedir yani. Gazeller Farsça veya Farsça-Türkçe karışık güftelerden oluşurlar. Urfa'da, Diyarbakır'da, Elazığ'da halen gazel okunur. Seslendirilen bu güfteleri dinleyiciler anlıyor mudur sizce? Celal Güzelses'in okuduğu hicaz gazeli bir dinleyin: Aldı zihr-i tigine bir nim nigahle ol. Ne diyor?
"Aldı zihr-i tigine bir nim nigahle ol alemi
Bir bakışta attan aldı kahramanı gözlerin yar
Çin-ü Maçini hatem etmiş hep
Ah gözlüyor mülk-i Acem'de İsfahan'ı gözlerin"
Şu sözleri dinleyicilerin anlaması mümkün mü Allah aşkına? Bu gazelin kaynak kişisidir Celal Güzelses. Acaba o anlıyor mudur sözlerini? İlkokulu yarıda bırakmış bir adam. En kolay anlaşılır olanlarından biri Muhkim Tahir'in okuduğu Hüsnün senin ey dilber'dir. Oradan pay biçin. Bu son derece ilginç öyle değil mi? Halkta karşılık bulmuş bir form var ancak halk güfteyi anlamıyor. İçerisine Türkçe, Arapça kelimeler, cümleler serpiştirerek Farsçayı seyreltiyor. Çok daha ilginç bir şey söyleyeyim; klasik Hint müziği'nde de gazel formu vardır. Khayal derler. "Hayal" yani. Lakshmi Shankar meşhur isimlerden biridir. Onun okuduğu bir hayal iliştiriyorum şuraya.
Şimdi şöyle bir itiraz gelecektir; her güfteli doğaçlamaya gazel mi diyeceğiz? Tabii ki hayır. Buradaki benzerlik ikisinin de güfteli doğaçlama olması değil sadece. Sazendelerin hanendeye eşliklerinden, ezginin gelişimine; güftelerin biçiminden, diline kadar pek çok ortaklık var. "Hayal" denen bu formun güfteleri de Farsça ağırlıklıdır. "Deri" diyorlar onlar. Saray Farsçası, üst Farsça gibi. "Asıl Farsça" falan da diyorlar. Afganlar mesela bu diyalekti konuşuyorlar. Hindistan'da konuşulan Penjabça, Marathi falan gibi diller de Deri lehçeleridir. "Hayal" ler bu dillerde yazılırlar. Ve tıpkı bizdeki gazeller gibi din dışı konular, son derece dokunaklı, romantik, abartılı bir üslupla işlenir genelde. Nasıl ulaşmış peki bu Hindistan'a kadar? Gaznelilerle. Türklerin İslam hocası Perslerdir diyor ya İlber Ortaylı, ne kadar yerinde bir tespit. Persler öyle etkili olmuş ki Türkler üzerinde, Gazneliler Persleşmiş Türklerdir denebilir. Biliyorsunuz 11. yüzyılda Arap yarımadası ve Hindistan arasında hüküm sürmüşler ve komşularını çokça etkilemişler. Aynı şekilde komşularından da çok etkilenmişler. Gazeli alıp Hindistan'a, Özbekistan'a, İran'a taşımışlar. Tabii gazel sadece doğuya gitmemiş, Arap yarımadasından Kuzey Afrika'ya da varmış. Bir süre İspanya'da da yaşamış, Yahudilere dek ulaşmış. Mağrip Araplarda mawal olmuş mesela. Evet, bizdeki "maval okumak" buradan gelir. Şu örneğe bir bakın:
Ya da Tony Gatlif'in bir filminde de gördüğümüz Şeyh Ahmed'e kulak verin. Kuzey Afrika'da böyle yaşıyor gazel. Arapça.
Yahudilerin hazzanlarını da gazel doğurmuştur. Ha gazelden bambaşka bir şeydir hazzanların söyledikleri. Şunun gibi mesela.
Bir kere dini metinlerdir. Fakat öyle veya böyle gazelin evrilmesiyle meydana gelmiştir. Ve öyle anlaşılıyor ki biz de gazeli Araplardan değil İran'dan almışız.
Şu da gazel listesi.
Köçekçe
"Genellikle" güfteli olan dans müziklerine köçekçe denir. Bunu sanat müziği olarak görmeyenler çoğunluktadır. Halk müziği sayarlar genelde veya ortada bir yere koyarlar. Gerçekten de bestekarlarımız bu formda çok eser vermemişler. Bunun sebebini anlatacağım. Hamamizade İsmail Dede Efendi'nin Benliyi aldım kaçaktan'ı, Şu karşıki dağda bir yeşil çadır'ı ve İki turnam gelir aman allı'sı köçekçe numuneleridir. Çağdaş dönemden de bir örnek vereyim; Neveser Kökdeş- Gül olsam ya sümbül olsam. Neden az köçekçe bestelemiştir? Biliyorsunuz köçek, kadın kılığına giren erkek dansçılara verilen addır. Yöresel drag queen. -çe ise küçültme eki, ilçe örneğindeki gibi. Erkeklerin kadın kılığına girip dans etmesinin bir sebebi var tabii. Kadın ve erkek sosyal hayatın tümünde olduğu gibi eğlencelerde de ayrıydı. Bu diğer Müslüman coğrafyalarda da böyledir. Afganlarda da vardır mesela. Bahça bazi derler. Araplarda gılman vardır. Falan filan.
E şimdi bu köçekler dans etsin diye müzik yazmak bestecileri utandırıyordu galiba. Öyle anlaşılıyor. Bir sebebi de bu müziğin ve güftelerin "hafif", "bayağı" bulunması. Böyle bir şeyin altına imza atmak istemiyorlar. O yüzden köçekçelerin çoğu "anonim" kalmış. Günümüzde köçeklik şaşırtıcı biçimde Bolu, Zonguldak, Sinop, Kastamonu ve Kırşehir'de halen yaşamaktadır. Can çekişmekte de diyebiliriz. Bir de aşuk-maşuk oyunu vardır. Sanırım artık oynayan yok. Çocukken gördüğümü hatırlıyorum. Büyüleyici bir şeydi.
Buraya kadar, Klasik Türk müziğindeki din dışı güfteli formları yazdım. Şimdi de Klasik Türk müziğindeki saz eserleri formlarına bakalım
Peşrev
Saz eseri formlarının en sanatlısı ve köklüsü şüphesiz "peşrev"dir. Kahir ekseriyeti büyük usullüdür. Darb-ı fetih gibi 88/4 zamanlı uçuk tartımlar peşrevin alametidir adeta. Küçük usullü peşrevler de var tabii. Peşrevler "hane" denen kompartmanlardan oluşurlar. Genellikle 4 haneli olurlar. Her hanenin sonunda da "teslim" diye bir başka bölüm vardır. "hane"ler birbirlerine "teslim"ler ile bağlanırlar. Teslim de tıpkı "terennüm" gibidir, değişmez.
Çalma listesi
Saz semaisi
Peşrev gibi dört haneden oluşur ve haneleri birbirine teslim bağlar. Saz semaileri küçük usullerle yazılırlar. Peşrevden asıl farkı budur. Bunun dışında da farkları vardır tabii ama bu detaylara bu yazıda gerek olmadığını düşünüyorum.
Çalma listesi
Taksim
Sazendenin maharetini sergilediği, usule bağlı kalmadan icra edilen bir formdur. İrticali bestekarlık desem yeridir. Taksim demek sadece makamın "seyrini göstermek" değildir. Taksim başka bir dildir. Kalemi kuvvetli kimi adamlar kürsüde tutukturlar. Taksim kürsüye çıkmak gibidir. Tabii bunun tersi de geçerli. Mesela Necdet Yaşar taksim formunun en büyük isimlerinden biri kabul edilmesine rağmen besteciliği çok zayıftır.
Bunlar dışında medhal, oyun havası, aranağme gibi formlar da var ancak bu yazıda onlardan bahsetmeyeceğim. Zaten haddinden uzun bir yazı oldu, daha fazla teferruata yer kalmadı.
hocam halk müziği başlığı nerede?