Müzik, Türkçe edebiyatta en az yer tutan kategorilerden biri hatta belki de ilkidir. İkinci sırada da günlük/anı/biyografi kategorisi gelir muhtemelen. "Hafızasız toplum" falan diyorlar ya, ha işte onu buradan görürsün. Kendinizden pay biçin; kaçınız günlük tutuyor? Bakın şu link’te 'te A.B.D. Başkanları`nın otobiyografilerini göreceksiniz. Hemen hemen yarısı geride otobiyografi, günlük, hatırat bırakmıştır. Sade A.B.D değil, Fransa'da, İngiltere'de de durum benzerdir. Hatta bakanları, first ladyleri falan da sık sık hatırat bırakır. Kissenger (Diplomacy), Hillary Clinton (Hard Choices), Madeleine Albright (Madam Secretary: A Memoir), Laura Bush (Spoken From The Heart), Nancy Reagan (My Turn) falan filan... Bizde 40 küsur isim başbakan, cumhurbaşkanı olmuş; onlardan da sade 6 tanesi hatırat yazmış. Nihat Erim (12 Mart Anıları, Günlükler), İsmet İnönü (Defterler), Celal Bayar (Ben de Yazdım), Fethi Okyar (Üç Devirde Bir Adam -şahane kitaptır-, Malta Sürgününden Mektuplar), Abdülhalik Renda (Günlükler, Hatırat), İhsan Sabri Çağlayangil (Anılarım). Nutuk'u bir hatıra kitabı gibi görmek zor ama hadi onu da katalım 7 olsun. Eli yüzü düzgün bir kitapçıya girin -kaldıysa-, raflara bir göz gezdirin. Araştırma, inceleme, kişisel gelişim, felsefe, din, mutfak (son 10 yılda en çok gelişen kategori bu olsa gerek), sözlük, hobi... Hah, hobi yazan rafı gördünüz değil mi? O tek rafta sinema, bahçıvanlık, köpek bakımı, satranç, spor, heykel, müzik hepsini bir arada bulursunuz. Arnold: Bir Vücutçunun Eğitimi ile Hereke Halı Katalogu'nun arasında Bağlama Metodu falan durur. Heykel, hayvan bakımı, çiçekçilik falan üzerine de kitap az ama zaten onların hayatımızda, zihnimizde ve piyasada işgal ettikleri yer de az. Müzik öyle değil. Müzik öyle veya böyle tüm sanat dalları içerisinde en fazla ilgi görenidir. Buna rağmen hakkında bu kadar az kalem oynatılmasına şaşarım. Bu, yazının girişi olsun.
Müzik hakkında yazmak ne işe yarar? Yani bir müziksever olarak, niye müzik literatürünün neşvünema bulmasını isteyelim? Efendim, demin mutfak kültürüne ait kitapların çoğalmasından bahis açtım. Buna muvazeten yemek programları, gurmeler vesaire türemeye başladı. Yeme-içme mevzuuna daha evvel böylesi bir alaka gösterilmemiştir herhalde. Ha bunun mutfak kültürümüze nasıl bir katkısı olmuştur, onu bilemem (âcizane, bu kültürün can çekişmekte olduğunu düşünüyorum ama konumuz bu değil). Müzik literatürünün kabarması, hem müziğe duyulan alakayı arttıracaktır hem de halihazırda gösterilen ilgiye ciddiyet kazandıracaktır. Çocuk yaştaydım, akşam vakti yazlık bir kasabanın caddesinde geziniyordum. Böyle yerlerde tezgah kurulur, incik boncuk satılır. O yıllarda pirince isim yazar, kolye ucu yaparlardı mesela. Arada sırada kitap satıldığı da olurdu. Korsan kitaptı bunlar. Şöyle bir göz gezdirdim; 68 Çığlıkları diye bir kitap. Akın Ok. Barış Manço'yu, Fikret Kızılok'u yeni yeni tanıdığım yıllar. Aldım kitabı, üç günde bitti. İçinde ne yazıyordu, nasıl bir kitaptı hiç hatırlamıyorum fakat kitabı okuduğumda iştahım öyle kabardı ki kitapta bahsi geçen müziklerin hemen hepsinin ardına düştüm; buldum, dinledim. Şevket Akıncı'nın kitabını aldım çıkar çıkmaz; Öteki Caz. Hala bitiremedim çünkü bahsi geçen her müziği kana kana dinlemeye verdim kendimi. Uzun zamandır iyi caz dinlemediğimi fark ettim. Öyle iyi geldi ki. Yavaş yavaş okumaya karar verdim kitabı. Sindire sindire ilerleyeceğim. Bu da yazının gelişme kısmı olsun.
Tayfun Polat'ın kitabının konusu, isminden de anlaşılacağı gibi Türkiye'deki bağımsız müzik. "Bağımsız müzik nedir?" sorusuna cevap aramış kitap (sayfa 37-48). Onlarca kişinin tanımlarına atıf yapmış ama bu tanımlardan kendi fezlekesini çıkarmamış. Bunu bir eksiklik olarak görüyorum çünkü kitabın belki de en önemli sorusuna Tayfun Bey kendi sarih cevabını vermemiş. Atıfta bulunduğu yazarların tanımlarından bir şey derlemek bana düştü;
Popüler ve moda olandan yalıtık [...] kendi estetik kurallarına dayalı,
[Aykut Barış Çerezoğlu yazılmış kitapta ama doğrusu Çerezcioğlu olacak. Atıfta bulunulan yayın: Çerezcioğlu, Aykut Barış (2014); Indie Müzikte Tanım ve Sınıflandırma Problemi. Cyprus International University; folklor/edebiyat, cilt:20, sayı 78, 2014/2]Saygınlığı yaratıcılık süreciyle ilgili olan, "kendin yap" düsturunu benimseyen,
[Tapscott ve Williams'a göre demiş. Bu ibareyi de Çerezcioğlu'nun yayınından almış. Çerezcioğlu, Tapscott ve Williams 2007 diye atıfta bulunmuş sadece. Akademik yazımda böyle atıf olmaz. Kaynakçada da göremiyorsun yayını. Demek ki Çerezcioğlu yayını okumamış, ona atıfta bulunan birinden almış. Tayfun da Çerezcioğlu'ndan almış... Suyunun suyu. Yayının kendisini okumak şarttır. Bu önemli bir hata. Kaynağı ben ekleyeyim; Tapscott, Don and Anthony D. Williams. Wikinomics: How Mass Collaboration Changes Everything. New York: Penguin, 2007. Print.]Ticari beklenti içine girmeyen,
[Rogers 2008 denmiş ve kaynak belirtilmemiş. Kaynak okunmamış demek ki yine. Ben yazayım kaynağı: Rogers, Ian. “You’ve Got to Go to Gigs to Get Gigs’: Indie Musicians, Eclecticism and the Brisbane Scene.” Continuum: Journal of Media & Cultural Studies 22.5 (2008): 639–649. Print.]ve müzisyenin kendi eserlerinin tüm haklarına sahip olduğu müziklere BAĞIMSIZ MÜZİK denir.
Benim pek meraklısı olduğum bir müzik değil bu. O yüzden 2 günde okudum kitabı. Derli toplu, içten bir dille yazılmış. Türkiye'de ya fazlasıyla akademik bir dil kullanılıyor (...spekülatif nesnelliğin spazmıyla koşumlandırılmış kaotik pervasızlık...) ya da laubali bir üslup. Tayfun ise son derece ölçülü yazmış. Hatta diyebilirim ki pek çok akademik çalışmadan daha nitelikli bir iş çıkarmış. Fakat fazlasıyla alana hapsolmuş görünüyor. Nasıl söylemeli; kitapta sadece müzik var. Müziğin dışındaki bahisler öyle kifayetsiz, öyle renksiz ki. 80 darbesi, Özallı yıllar, liberalizm, köyden şehre göç vs... Bu konulardaki daire-i nazarı, ait olduğu zümreninkiyle yani okuyucularıyla tastamam aynı. Dolayısı yazmasa da olurmuş. Ya da çok daha kısa kesebilirdi. "Uzmanlaşma hastalığı" diyelim buna. Jeff Bezos'un, Zuckenberg'in, Elon Musk'ın sevdiği müzikler nelerdir diye baktım. İnternette röportajlar falan var. Jeniffer Lopez, Lady Gaga, Rod Stewart demişler. Tony Blair mesela; favori kitapları içerisinde Yüzüklerin Efendisi, Zola'nın Germinal'i var. Şimdi tek tek saymayayım ne demek istediğim anlaşılmıştır. Bu insanlar öyle uzmanlaşmışlar ki, sahaları dışında çırılçıplaklar. Tayfun arabesk ve pop'un doğuşunu ve tüm piyasayı ele geçirişini analiz ederken bunu 80 darbesinin halkı apolitikleştirmesine bağlamış. Köyden şehre yapılan göçlerin düzensizliği ve göç eden insanların şehirleşememesinin de arabesk kültürü pekiştirdiğini yazmış. Çok bilindik iki argüman zaten bunlar. Bu argümanı sınamak için başka ülkelerin müziklerine göz gezdirelim. Mesela metal müzik ne zaman, nerede doğmuş? Cevabını her yerde bulursun; 70'lerin başında İngiltere'de doğmuş. Bu müziğin doğuşu Black Sabbath ile oldu biliyorsunuz. Birminghamlı bir grup. Sonra Judas Priest var. O da Birminghamlı. Led Zepplin geliyor daha sonra. Robert Plant solist ve söz yazarı. Aa o da Birminghamlı. Neden bunlar hep Birmingham'dan, Hertford'dan, Middlesex'ten falan çıkmışlar? Çünkü buralar sanayi bölgesi. Dileyen grup üyelerinin hayat hikayelerine baksın. Tamamına yakını işçi çocuğudur. Fakirlik içinde büyümüşlerdir. Yani diyebiliriz ki metal müzik İngiltere varoşunun müziğidir; İngiltere'nin arabeskidir. Fakat İngiltere'nin varoşuyla bizim memleketin varoşu arasında bazı önemli farklar vardır. Bir kere İngiliz işçi sınıfı kendi kendini doğurmuş, örgütlenmeyi becermiş, toplumsal güce dönüşebilmiş bir sınıftır. İngiltere'nin köylüsü ile işçisi siyasi olarak iki farklı kutuptur. Bizde durum bunun aksidir; köylü ve işçinin -mavi yakalıyı kast ediyorum tabii- siyasi tercihleri ekseriyetle aynıdır. Dolayısıyla bizdeki varoş, köylü sınıfına daha yakındır fakat köylü de değildir. Toprağı yoktur. Bu şartlarda örgütlenmesi, cemaat oluşturması, toplumsal bir güç olması falan çok zordur. Bu yüzden arabesk babalar, ablalar, bireyler çıkarır, metal müzikte ise grup müziği baskındır. Arabeskin de metal müziğin de dinleyicisi kendisini hayattan alacaklı görür (öyledir de) ancak arabeskçi küskün, metalci kızgındır.
Falan filan…
Yani arabeskin ve popun yükselişinde darbenin halkı sindirmesi ve apolitikleştirmesinin yahut cumhuriyet dönemi yasaklarının pek etkisi olduğunu sanmıyorum. Sanayileşmenin olduğu hiçbir ülke, böylesi müziklerden yakasını kurtaramaz. Bu da düğüm ve serim kısmı olsun.
Gelelim son paragrafa. Tayfun, Türkiye'de bağımsız müziğin başkenti olarak Kadıköy'ü göstermiş ve demiş ki "fakat Kadıköy sound'u diye bir şey olmadı". Bu lafı zikrettiği söyleşisini de dikkatle okudum. Gayet yerinde bir tespit bana kalırsa. "Bağımsız müzik Kadıköy'de doğmuştur çünkü buradaki gençlerin kültürel ve ekonomik sermayeleri buna müsaitti" demiş. Akademik makalelerin son kısımlarına doğru conclusion kısmı olur. Çalışma sonucunda vardığın neticeyi yazarsın ve "Bundan sonra ne olmalı?", "Bu konuda başka hangi sorulara cevap aranmalı?" sorularına ufak cevaplar vererek, bu konuya ilgi duyan araştırmacılara yol gösterirsin. Makalenin en önemli kısmı da budur. Tayfun bitirirken soru sormamış, rehberlik etmemiş. Ben olsam şu soruya cevap aranması için teşvik ederdim: "Kadıköy'de bir bağımsız müzik doğduğu halde niçin kendine has, kimlikli bir sound yakalayamamıştır?"
Sevgiler.
''Arabeskin de metal müziğin de dinleyicisi kendisini hayattan alacaklı görür (öyledir de) ancak arabeskçi küskün, metalci kızgındır.'' Oha! İşte bu yüzden gelişemiyoruz :)