Türk Sanat Müziği ile ilgili bitmeyen bir tartışma var: Bu müzik kimin? Kimi Arapların diyor kimi Perslerin. Bazıları Bizans müziği diyor, bazılarıysa üçünün karışımı diyor. Bir türlü Türklere yakıştırılamıyor. İki sebebi olsa gerek. İlki aşağılık duygusu. Yazının konusu bu değil. İkinci sebebi kurcalayalım hele. Sizler de fark etmişsinizdir, birkaç hödüğü saymazsak hemen herkes Türk Halk Müziği’ni, içerisindeki Kürt, Ermeni, Rum, Gürcü, Arap, İran izlerine rağmen Türklerin saymakta. Bu müzikle, doğumuzda yer alan Türk müzikleri arasında benzerlik kurmakta kimse zorlanmıyor. “Öyleyse” diyorlar “bu müzik Türklerin has malı olmalı.” Evet. Fakat Türk Sanat Müziği, Pers ve Arap müziklerine bilhassa da Bizans müziğine, Türk Halk Müziği’nden çok daha fazla benziyor. Haksız da sayılmazlar. Ve bu müziğin köklerini başka yerde arıyorlar. Bu tartışmayla ilgili ilk ve galiba tek ciddi yazı bundan 80 sene önce Sadettin Arel tarafından kaleme alındı: Türk musikisi kimindir? Keşki ben yazmış olaydım dediğim yazılardan biridir. Üslubuna, coşkusuna, kavgacılığına gıpta ederek okudum her zaman. Korkarım benim yazım onunkinin yavan ve basitleştirilmiş güncel versiyonu olacak.
Önce şu ön kabulü paylaşayım: Araplar, Persler ve Yunanlara ait bir müzik vardı ve bu müzikler 9. yüzyıldan önce birbirlerinden kolaylıkla ayırt edilebilirlerdi1. Nereden biliyoruz? Farabi öyle yazmış. Benzer zamanlarda yazılmış başka metinlerle de ( İbn Abdürrahib, Kindi, İshak el Mevsıli ) örtüşüyor bu bilgi2. Üstelik aksini iddia eden de olmamış.
İkinci adıma geçelim. Arapların ve Perslerin milli müziği -bilhassa 10. yüzyıldan sonra- birbirlerine benzemeye başladı. Çok geçmeden bu amalgama Yunan kilise müziği de dahil oldu. Bağdad’taki Abbasi sarayının müzisyeni olan İshak el Mevsıli’nin Rey şehrine Bizans müziği öğrenmeye gittiği biliniyor3. Ebü’l-Ferec Isfahani’nin meşhur ve devasa antolojisi Egani Kitabı’nda (10. yüzyıl) Bağdad’ı Arap, İran, Türk ve Bizans müziklerinin birbirine karıştığı pota olarak tanımlıyor4. Bu karışımı yarı gerçek yarı efsane detaylarla süslüyor. İbn Süreyc diye bir Türk’ü tanburun, İbn Muhriz isimli İranlı şarkıcıyı Farsi nağmelerin, İbn Miscah isimli zenci bir köleyi de Bizans müziğinin taşıyıcısı olarak tanıtıyor.
Üçüncü adımda provokatif bir soru var. Avrupa sanat müziği için altın yıllar 1600-1850 arası. Bu yıllarda filizlenmiş, serpilmiş, gelişmiş ve kanonik hale gelmiştir. Hindistan’daki iki klasik müzik okulunun (Hindustani ve Karnatik) altın çağları da aşağı yukarı bu yıllara denk gelir. Klasik Türk Müziği’nin en şöhretli isimleri de (Hafız Post, Dede Efendi, III. Selim, Hacı Arif Bey vs.) yine bu yıllarda yaşamıştır. Soru şu; bu yıllar arasında yaşayan ve eserleri yahut namı günümüze ulaşan bir Arap veya Pers besteci/müzisyen var mı? Ben bilmiyorum. Sordum soruşturdum, bilene de rastlamadım. Öyleyse diyebiliriz ki İran’a yahut Araplara ait sanat müziği kesintiye uğramıştır. Karşı argüman olarak şu sunulabilir:
Arap ve İran halkını temsil eden ve sanatı himaye edecek ölçüde büyük bir devletin bulunmayışı, bu halklara ait sanatın kayda geçirilmesine mani olmuştur.
Bu argümana dayanak da bulalım. Dimitri Kantemir5 ve Ali Ufki6’nin nota koleksiyonlarında bestecisi “acemlerin” olarak kaydedilmiş otuz küsur eser vardır (Dileyenler şu linke tıklayarak bu kaynaklara ulaşabilirler). Bestecilerin ismi belli değildir. Yalnızca milleti yazılmıştır. Hatta etnomüzikolog Araş Muhafız bu eserleri İran sazlarıyla ve tavrıyla çalarak bir albüm de çıkardı: Ajamlar; Composers and their Contemporaries at Ottoman Court from the 16th and 17th Centuries. Araştırmacı belirgin bir Acem stilinin olduğunu ve bunun Osmanlı Sarayı’ndaki müzikten ayrıldığını savunuyor. Öyle ki albüme Acem bestecilere ait olmayan fakat Acem stilinde bestelenmiş bazı eserleri de katmış. “Acem-Safevi stiline çok yakın olmalarının yanında estetik ve melodik-makamsal sistem göz önünde bulundurulduğunda, ileriki dönem Kaçar ve Kaçar sonrası müziğine de şaşırtıcı derecede benzerlik gösterdiklerine inanıyorum”7 demiş. Ancak bu benzerliklerden bahsetmemiş. Yani az evvel sunduğum argümanı pekiştiriyor: Acemlere ait sanat müziği geleneği kesintisiz devam etti ancak devletsizlik nedeniyle kayda geçirilmedi.
Bu argüman akla yatkın dursa da karanlık noktaları var. Yunan halkı da Acem ve Arap halkı gibi sanatlarını himaye edecek bir devletten yoksundular ancak sanat müziği geleneklerini kesintisiz sürdürdüler. Hatta muhafaza etmekle de kalmadılar, üstüne koydular. İstanbul patriği I. Theophanes [İstanbul, ?-1597], Chrysanthos [Ecebat, 1770–1846], Hurmacı Georgiou [Heybeliada, 1770–1840] … Bir başka karanlık nokta da “sanat müziği” kavramı. Daha önce pek çok yazıda bahsi geçti, bir kere daha kısaca üstünden geçeyim. Sanatta selefle yarış vardır. Sanatçı muhafaza etmekle uğraşmaz, tahrif eder. Dolayısıyla sanatta ileri veya geri fark etmez, hareket vardır. Bu yüzden Doğu Ortodoks Kilisesi müziği, Japon sanat müziği (Gagaku), Türk sanat müziği vs… sanat müziği olamazlar. Durağandırlar. Bu müziklerde selefle yarış yoktur. Beyazıd’ın neva peşrevi ile Tanburi Cemil Bey’inki arasında dört asır olmasına rağmen fark pek azdır. Schubert ile Bela Bartok’un piyano sonatları arasında bir asır bile yok ama aradaki uçurumu en amatör kulak bile duyar.
Fakat Türk Sanat Müziği denen şey halk müziği de değildir. Bir kere halk müziği endemiktir. Başka bir kültürde, dilde, coğrafyada karşılığı yoktur. Muhataplarına aracısız seslenir ve zahmetsizce anlaşılır. Beşikteki bebede bile karşılığı vardır. Türk Sanat Müziği seçkin bir zümreyle sınırlıdır. Onu anlamak için hatırı sayılır bir emek sarf etmek gerekir. En önemlisi de mahalli değildir. İmparatorluğun diğer unsurları olan Acem (Çengi Cafer), Arap (Medeni Aziz Efendi), Rum (Zaharya), Ermeni (Aleksan Efendi), Yahudi (Tanburi İsak) milletinden kimseleri de görürüz bu müzikte. Fakat bozlak açan Rum’a veya zeybek çalan Ermeni’ye pek rastlamayız. Naohiko Imajo vardı bir ara. Japon. Alevi olmuş. Bağlama çalıyor, deyiş okuyor, “Ali’den yiğit er, Zülfikar’dan keskin katana yoktur” diyor… Kaideyi bozmayacak kadar küçük ve önemsiz ayrıntılardır.
Demek ki Türk Sanat Müziği ismi verilen janr halk müziği de değildir, sanat müziği de. Öyleyse nedir? Saray müziğidir ablacım. Court music diye geçer literatürde. Bir nevi ara formdur. Arap ve Pers saray müziği geleneği ortada bir saray olmadığı için muhakkak kesintiye uğramıştır. Aynı şekilde Bizans saray müziği de kesintiye uğramıştır ancak kilise bağımsız bir şekilde ayakta kaldığından, dini müzik geleneği saray müziğinin yerini almış, kesintisiz devam etmiştir. Aralarında dil, kültür, milliyet ve din namına hiçbir birlik bulunmayan Arap, Acem ve Bizans toplumunun mahsulü olan seçkinlerin müziği, Türklerin fetihleri sonucunda tek bir potada erimiş, Osmanlı Saray Müziği çatısında birleşmiştir. Bu bir amalgamdır, yamalı bohça değildir. 17. yüzyıl müzisyenlerinin katalogu olan, Şeyhülislam Esad Efendi tarafından yazılan tezkireye bakınca görürsünüz ki bu amalgam İstanbul, Edirne, Diyarbakır, Manisa, Bursa, Selanik, Filibe, Bağdad gibi pek çok şehirde yeni filizler veren, son derece canlı bir şeydir8. Aynı canlılığı Acem memleketinde veya Arap seçkinlerinde görmezsiniz. Üstelik -bilhassa 17. yüzyıldan sonra- Pers, Arap ve Rum Ortodoks Kilise müziğinden büsbütün ayrılmış, yeni bir müziktir910. Pek çok halkın ortak mirası olan hercümerci derleyip toparlayan Osmanlı devleti ve seçkinleri olmuştur. Türkler Osmanlı saray müziği mirasına talip olmuş ve hatta onu geliştirmişken Araplar ve Acemler 19. yüzyıl sonlarında kendilerine ait bir sanat müziğini yeniden imal etmeyi tercih etmişlerdir. Meşhur geyiktir; güya Sadettin Kaynak başta olmak üzere pek çok bestecimizin eserleri, Mısır’ın büyük bestecisi Muhammed Abdülvahab’tan araktır. Murat Bardakçı, Abdülvahab ile yaptığı röportajda bu iddiayı muhatabına sormuş [Aralık 1989].
Çok net iki şey söylüyor: Yepyeni bir müzik yarattık ve ruhu sizden aldık. Araplar sanat müziğini 19. yüzyıl sonunda imal ettiler derken kast ettiğim tam olarak buydu. Acemler de aynı yolu izlediler. Arapların Zekeriya Ahmed, Abdülvahab, Kuveytli Davud ve Salah kardeşler ile yaptığını Acemler Ali Tajvidi, Mirza Abdullah ve Daryuş Saffet ile yaptılar. Öyleyse adına Türk Sanat Müziği denen bu müzik, çay ve onun etrafında serpilen kültür ne kadar bizimse, o kadar bizimdir. İşte şimdi gıllıgışlı kısma geldik.
2022 yılında Türk Çay Kültürü, UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne eklendi. Ee? Güney Asya’da 1000 küsur yıldır yaygın olarak tüketilen, İngiltere, Portekiz ve İtalya’da 500 yılı aşkın ekabir tarafından içilen çayın bizim memlekete gelişi 150 sene falandır. Dünyada bu bitkiyle en geç tanışan milletlerden biriyiz fakat sadece bizim memleketteki çay kültürü kültürel miras listesine girdi. Şimdi bu kültür bizim değil mi diyeceğiz? Elbette bizim. Biz kültürü değil bitkiyi ithal ettik. Aynı şekilde kimi melodik yapıları, bazı tonları ve modları Arap ve Pers müziğinden ithal ettik. Sadettin Arel buna hamasi duygularla direnir. Hiçbir delile dayanmadan Sümer medeniyetini Türk ilan ettiği yetmezmiş gibi yine hiçbir delile dayanmadan Sümer müziği hakkında yargılarda bulunur: “Sümer Türklerinin musikisinde pentatonizmin hiç izi görünmüyor; bilakis bütün deliller onların yedi sesli diziyi kullandıklarını ispat etmekte birleşiyor.”11 Hatta kullandıkları diziyi pençgah makamına falan benzetiyor. Uzun süre aşağılanan insanlar veya toplulukların abartılı bir gurura sarılarak teselli bulmaya çalışmaları az görülür şey değil. Bunu da öyle görmek lazım. Pek çok saha çalışması gösteriyor ki Türklerin (ve hatta akraba halkların) müzikleri pentatonik bir iskelet üzerine kurulu12 13 14 15. Son yıllarda müzikolojideki hakim görüş pentatonik dizinin tüm halk müziklerinin ilk iskeleti olduğudur16. Diyelim ki öyle fakat önemli olan şu; hangi halkların müziğinde bu dizi hala ana iskeleti oluşturuyor? Bela Bartok’un 1913 yılında Cezayir’de yaptığı saha çalışmasının sonuçlarına bakın mesela. Buradaki halk müziklerinde pentatonik diziye rastlamaz.17 Artmış ikili kullanımı ve mikrotonlara dikkat çeker. Arap müziğinde pentatonizmden bahseden bir yayın veya saha çalışması görmedim, duymadım. Aynı şekilde Batı Avrupa’nın halk müziğinde de duymayız pentatonik diziyi18 19. Pek nadirdir. Kısacası, sanat müziğimizi oluşturan malzemenin önemli bir kısmı ithaldir. Ancak bu ithal malzemeden özgün bir amalgam doğmuştur. Öyle ki başka milletler, kendi sanat müziklerini yeniden imal ederlerken bu amalgamdan parçalar ihraç etmişlerdir. Bir takım oto-oryantalistlerin sandığı gibi müziğimiz, mirasyedi elinde çarçur olan bir servet değildir.
Hürmetler.
Henry George Farmer; Al-Farabi's Arabic-Latin Writings on Music: The Texts, Edited with Translations and Commentaries / Glasgow (1934)
Henry George Farmer; A History Of Arabian Music to the XIIIth Century (1929)
G. D. Sawa; Music Performance Practice in the Early ʿAbbāsid Era, 132-320 AH/750-932 AD, Toronto (1989)
Henry George Farmer; Arabic Music in the Ketab al-Aghani, London, (1940)
Yalçın Tura; Kantemiroğlu. Kitabu 'İlmi'l-Musiki 'ala Vechi'l-Hurufat. Musikiyi Harflerle Tesbit ve İcra İlminin Kitabı. Yapı Kredi Yayınları (2001)
M. Hakan Cevher; Ali Ufki Bey ve Hâzâ mecmûa-i sâz ü söz. Çeviriyazım ve İnceleme. Doktora Tezi. (1995)
Arash Mohafez; A Contemporary Interpretation of an Old Repertory in Iran; About the Creation of Ajamlar Album (2015).
Cem Behar; Şeyhülislam'ın Müziği. 18. Yüzyılda Osmanlı-Türk Musıkisi ve Şeyhülislam Es'ad Efendi'nin Atrabü'l Asar'ı. Yapı Kredi Yayınları (2017)
Walter Feldman; Music of the Ottoman Court Makam, Composition and the Early Ottoman Instrumental Repertoir. Brill (1996).
Eugenia Popescu-Județ & Jacob Ciortea; Dimitrie Cantemir’s Theory of Turkish Art Music. Pittsburgh: Duquesne University Press (1981)
Hüseyin Sadettin Arel; Musiki Tarihi Notlarından. Musiki Mecmuası, Sayı 63, 64, 65 (1953).
L. Vikár; Collection of Finno, Ugrian and Turkic Folk Music in the Volga, Kama, Belaya Region (1958-1979). Studia Musicologica Academiae Scientiarum Hungaricae, 29(1/4), 355. (1987)
Bence Szabolcsi; Five-Tone Scales and Civilization. Acta Musicologica, 15(1/4), 24. (1943)
János Sipos; Similar Melody Styles in Kazakh and Hungarian Folk Music, In: Abirbekov, Y. (ed.) Traditional Music of Turkic People: Present and Future, Kyzyl-Orda: Kyzylorda State University, pp. 249‒266 (2006)
Mahmut Ragıp Kösemihal; Türk Halk Müziklerinin Kökeni Meselesi, Türk Tarihinin Ana Hatları eserinin müsveddeleri, Seri III, no. 8., Akşam Matbaası, s. 61. (1936)
Bence Szabolcsi; Five-Tone Scales and Civilization. Acta Musicologica, 15(1/4), 24. (1943)
Béla Bartók; Arab Folk Music from the Biskra District in Béla Bartók Studies in Ethnomusicology, ed. Benjamin Suchoff. Lincoln: University of Nebraska Press (1997)
McCormick, Scott; Scale and Structure in Anglo-American Folk Songs: An Analysis of Child Ballads in the Sharp Collection. Ph.D. Thesis (1989)
Aindrias Hirt; The European Folk Music Scale: A New Theory (2014)
Doğrudan konuyla irtibatlı değil belki ama yeni denk geldiğim şu makalenin ilginizi çekebileceğini düşündüm:
https://journals.uni-goettingen.de/wom/article/view/1847
Selamlar.
Elinize sağlık. Beğenerek okuyoruz.
*İbn Abdürabbih: https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-abdurabbih (Metinde tehlikeli bir sehiv var.)